Hayallerimin başlangıcı… Chicago!

dsc09692

Doğudan batıya üç hafta sürecek Amerika serüvenimizin başlangıç noktası Chicago… Çocukluk hayalim olan Amerika’ya ilk ayağımı bastığım yer olduğundan mı bilmiyorum ben pek bir sevdim bu soğuk şehri… Michigan Gölü kenarında yer alan ve “rüzgarın şehri” olarak anılan bu şehir zihnimde güzel anlar, anılar bırakarak esti, geçti…

Misafirperverliklerini daha ilk dakikadan gösterdiler. Elimizde bavullarla metroya geldiğimizde ki oradaki adı CTA, acemiliğimizi gören güvenlikteki bayan hemen yanımıza yanaşıp nereye gitmek istediğimizi sordu. Adresi gösterdiğimizde, önce nasıl bilet alabileceğimizi söyledi, sonra da duvardaki şehir haritasının başına götürüp bizi tek tek nerede olduğumuzu, nasıl gideceğimizi anlattı. Üstüne geçiş turnikelerini bizim adımıza açıp işimizi kolaylaştırdı güzel samimi gülümsemesi ile… Biz kalış süremize göre 3 günlük sınırsız geçiş bileti alarak Amerika’daki ilk harcamamızı yapmıştık bile… Metrosu şehre ulaşırken yerin üstünden gidiyor daha çok. Bu da benim en sevdiğim durumlardan biri… Çünkü hiç bilmediğim şehri daha ilk dakikalardan görmeye başlayabiliyorum. Ve insanları… Mesela dakika bir gol bir; garip bakışları ile genç bir erkek bindi vagona… Üstü başı çiş içinde ve az ötemize oturdu üstündekilerle… Eee başlasın bakalım Amerika macerası 🙂

Gitmeden evvel booking.com’dan kalabileceğimiz yerleri araştırmıştık. Aslında tek derdimiz metroya yakın olması iken şehir merkezine yakın uygun bir yer bulunca atlamıştık. Biz Red Roof Inn otelde kaldık. Ama bu kadar da merkezi olacağını düşünmemiştik gerçekten, arka binamız Apple’dı mesela, göbeğine düşmüşüz neredeyse 🙂 Şaka bir yana merkeze yakın bir yerde kalmanızı öneririm. Gerçi burası Los Angeles gibi değil.. Metro ve otobüs sistemi iyi işliyor. Araç kiralamanız gerekmiyor, bloklar arası çok geniş değil… Bu nedenle büyük bir alanı yürüyerek gezdik diyebilirim.

Geç saatlerde otele yerleştikten sonra hemen sokağa attık kendimizi. Hafta sonu olmasına karşılık sokakların, kafelerin çok da kalabalık olduğunu söyleyemeyeceğim. Yağmurlu bir Chicago akşamında Amerika’ya ilk kez gelmenin heyecan ısısıyla kendimizi ısıtmaya çalışırken her şeyin yabancı ama bir o kadar da samimi gelmesinin şaşkınlığıyla çevremizdeki sokakları gezmeye durduk. Gitmeden evvel orada yaşayan arkadaşlarımızdan güvenlik anlamında dikkatli olmamız söylendiğinden her insan risk gibi gözüküyordu gözüme ama, heyecanın üstüne gitmeyi severim bilirsiniz 🙂

Oda çivi gibiydi, kaloriferi yakmayı beceremedik, yorgan yoktu; ama biz çok mutluyduk 🙂 Ve sabah acı gerçekle karşı karşıyaydık. Baharın ortasında olmasına karşılık otel yaz uygulamasına geçildiğini klimayı açtığımızda sadece soğuk hava üflediğini ve yedek battaniye verebileceklerini ilettiler. sonuç ne derseniz, geçireceğimiz ikinci gecede üç kazak üst üste giyip yatağın soğuk tarafını hissetmemek için dönmüyorduk bile… Amerika’daki ilk sabahımızın görüntüleri de işte burada

cen_1385

Sabah, şehir en iyi yürüyerek keşfedilir mottomuzdan hareketle vurduk yollara… Önce gökdelenler arasında cen_1380kaybolduk. Chicago’nun içinden geçen nehrin üzerindeki köprüden gördüğümüz gökdelenler yükseliyordu şehrin sülietinde, Trump Tower tam karşımızda… Geceleri bu nehir üzerinde tekne turları yapılıyor şehri de bir suyun üzerinde görmek isteyenlere… Güzel bir park ilgimizi çekti sonra ve buranın gitmeden fotoğraflarından tanıdığımız Millennium Park olduğunu görünce yüzümüzdeki gülümsemeyi görmeliydiniz. Parkın içindeki Bean (fasulye) bu parkın en meşhuru… Bean şekli dolayısıyla şehir bir ayna gibi yansıtıyor ve çok keyifli fotoğraflar çıkıyor tabii… Biz de herkes gibi burada fotoğraf çektirirken oldukça eğlendik… Yine aynı parkta şimdi çimenlerle kaplı geniş alanda yazın müzik ziyafeti verildiğini öğrendik. Parkın içinde gezerken ve ilk günün etkisiyle bol bol fotoğraf molası verirken parkın caddeye bakan tarafında sabahın sisinin yüksek binaları böldüğü görüntü öylesine güzeldi ki ve bu gördüğüm caddenin meğer buraya gelme nedenimin baş noktası olduğunu nereden bilebilirdim ki?

cen_1392

Ve bu gizem dolu caddeye doğru giderken yine gitmeden merak ettiğim bir nokta da karşıma geliyor… Crowncen_1433 Fountain… İki taraflı LED ekranlar düşünün… Bu ekranlar insan yüzleri şeklinde görüntüleniyor ve belli aralıklarla bu yüzler değişiyor… Eğlenceli tarafıysa bu insanların ağızlarından su fışkırması… Durum böyle olunca bize de eğlence çıkıyor tabii… Islanmak güzeldir deyip başlıyorum atlayıp zıplamaya…

cen_1446Ve evet Amerika’ya geliş nedenimiz olan Route 66’ın ilk noktasındayız! Aylardır bu noktada olmak için ne hayaller kuruyorduk… Burası Chicago’dan Los Angeles’a kadar uzanan 3.945 km, 8 eyalet geçilerek ulaşılan yolun başlangıcı… Ve bugün baktığımızda bu yolun tamamını yapmış olarak yaşamış olduğum keyif anlatmamın tarifi imkansız… Macera dolu yolun tamamına dair günlüğün tamamı yazının sonundaki linklerde mevcut… Okurken bir sonraki gün, bir sonraki gün derken sizin de yapacaklar listenize gireceğine eminim…

cen_1467

cen_1375Route 66 deyince çenem kapanmaz… Onun için ara verip Chicago’ya devam… Burada fazla sayıda Çinli nüfus olunca biz de Chinatown‘a gidip görelim dedik… Metro ile çok yakınında inebiliyorsunuz. Çok birşey var mı derseniz hayır ama farklı bir kültürün içinde kendinizi bulmak güzel… Güzel bir taktan giriş yapıyoruz mahalleye… Yürüdüğümüz caddedeki sokak lambaları kültürlerini yansıtıyor. Çin restaurantları, hediyelik eşyacılar gözümüze çarpıyor ve biz yine sokak aralarına dalıyoruz her zaman olduğu gibi. Görünmeyen yüzler, evlerde dolanan silüetler, park etmiş arabalar asıl yaşam belirtileri değil mi?

Dönüşte yine şehrin merkezindeyiz ve açız. Açlığınızı sakın abur dsc09672cuburlarla geçiştirmeyin. Çünkü Chicago’nun meşhur pizzasını yemeden dönmeniz büyük hata olur. Ve bu pizzaların en iyilerinden birini tatmak için en iyi adreslerden biri Lau Malnatis Pizzeria. Elbette buradayız… Kalabalık olduğundan biraz sıra bekledik ve sonuçta muradımıza erdik. Bol malzemos bu pizzayı denemeden dönmeye 🙂

Hava buzzz… Şaka gibi… Kazak üstü kazak, üstüne en kalınından mont varken eklemlerimizin her hareketinde çıtırdıyor sanki… Yolumuza çıkan küçük bir kilise olan Fourth Presbyterian Church‘ü gezdik, keyifli dükkanlardan alışveriş, olmazsa olmaz Apple ziyaretimizi dsc09680gerçekleştirdik… Chicago’da manzarayı taa tepelerden izleyebileceğiniz birkaç seyir terası bulunuyor. Bunlardan en meşhuru Skydeck‘te yer alan cam balkon, bir diğeri de Hancock binasındaki 360Chicago… Gökyüzünde korkunç bir sis olduğundan ve biz aşağıdan binaların çatısını dahi göremediğimizden ne yazık ki buralardan manzarayı anlatamayacağım. Ama bunu sorun etmeyip aşağıdan yukarıya muhteşem manzarayı yakalarken de biz çok eğlendik. Akşam otele çekildiğimizde acıktım tabii… Ama ben ne yalan söyleyeyim sarındığım battaniyeden burnumu bile çıkartmaya cesaret edemediğim için Cenk sağolsun bir cesaret attı kendini dışarı yakındaki Subway, akşamın ilerleyen saatlerinde güzel sandwiçleriyle karnımızı doyurdu. O zaman nereden bilebilirdik ki Subway’in Amerika seyahatimizdeki en önemli kurtarıcımız olacağını 🙂 Bu arada televizyonda haberler açık, sanki bizi uyarır gibi diyor ki spiker; “İstatistiğe göre geçen ay Chicago’da günde 10 kişi yaralanıyor, ayda 36 kişi ölüyor.”

cen_1364Saat değişikliği mi, odanın soğuk olduğundan mı bilmiyorum, sabah 03.00 sularında ikimiz de cin gibi ayaktaydık. Yatıp uyumaya mı çalıştık? Tabii ki hayır! Attık kendimizi sokağa… Hani filmlerde görürüz ya, sabah kahvesi camın önünde içilen 24 saat açık yerler vardır ya… İşte onlardan birinde sabah kahvemizi içiyorduk gün daha aymadan… Keyfimizi tamamladıktan sonra günü Navy Pier‘de karşılamak üzere başladık yürümeye… Chicago tehlikeliymiş… Sabahın 05.00’i biz sokaklardayız… Epey bir yürümemiz gerekti sahile ulaşmak için ama değdi… Günün ilerleyen saatlerinde kalabalıklaşan bu merkezde iki kişiyiz… İşte bu da videosu… Bol bol fotoğraf oyunları yapıyoruz gün doğumunu beklerken… Gün kendini göstermeye başladığında ise inanılmaz romantik bir manzara oluştu. Gölün dingin suyuna yansıyan ışıklar aşkı yansıtıyordu sanki…

dsc09688

Sonra mı? Sonrası hayalimiz… Route 66 serüveni bugün başlıyor ve biz çok ama çok heyecanlıyız!

“Amerika vizesi” ile ilgili aklımda bir sürü soru var diyorsanız “Amerika vizesini merak edenlere”

“Amerika’da nasıl araç kiralayabilirim?” diyorsanız “Yurt dışında araç kiralayanlardan mısınız?”

Ölmeden önce yapılacaklar listenizden bir madde daha silmek isterseniz, “15.000 feet yükseklikten gökyüzü dalışı… Skydive Las Vegas!”

Amerika-Türkiye farklılıklarına farklı bir bakış için, “Amerika’da nasıl? Türkiye’de nasıl?”

 

“İşte çılgın bir yol hikayesi… Route 66!”

Gün 1- Route 66’da geçecek ilk günün heyecanı

Gün 2- Route 66 bizi kalbi güzel insanlara doğru sürüklüyor…

“Gün 3- Route 66’nın her köşesinde ayrı bir ayrıntı gizli…”

“Gün 4-Route 66 serüveninde bir günde üç eyalet”

“Gün 5 -Route66’da baktığın her nokta farklı bir renk!…”

“Gün 6-Route 66 ruhunu yaşamaya ne dersiniz?”

“Gün 7 -Route 66’da New Mexico’dayız… Ve mutlaka Santa Fe!”

“Gün 8 -Route 66’da Albuquerque’de Romantizm…”

“Gün 9 -Route 66’da Vahşi Batı’ya Hoş Geldiniz!”

“Gün 10 -Route 66’da Doğa ile içiçe bir gün: Grand Canyon!”

“Gün 11 -Route 66 Çöllerinde Sessizliğin Çığlığı”

“Gün 12 -Route 66 yolunda Türk bayrağımız Bagdad Cafe’de”

“Gün 13 -Hoşçakal Route 66!”

“Grand Canyon ve aşk dolu ‘Evet!’ yanıtı…”

“15.000 feet yükseklikten gökyüzü dalışı… Skydive Las Vegas”

“Hayallerimin Başlangıcı… Chicago!”

“Biraz biraz Los Angeles…”

“Günahlar Şehri Las Vegas!”

başlıklı yazılarımı da okumanızı öneririm.

Yol boyunca çektiğimiz videoları Busece Kareler YouTube kanalından izleyebilir, dilerseniz takip listenize ekleyebilirsiniz.

Facebooktwittergoogle_pluslinkedin

Benzer yazılar

Yorum Yapın

*