Colca Kanyon’da iki gün…

Colca Kanyon'da iki gün...

Sabah herşey güzel uyanıp çantaları kapattık tam çıkacağız Cenk “Paltom nerede biliyor musun?” dedi. Oysa dün öğlen odaya geldiğimizde ben sandalyenin üzerine koymuştum. Dedim, “Sandalyenin üzerinde”. Dedi, “yok”… Haydee… Her tarafı aradık yok da yok… Odada olduğuna eminim ama bir şeyi atlamayalım diye dün kahvaltı ettiğimiz yere gittik apar topar. Kapalı tabii… Kapısında açılışını bekledik, birlikte cafeyi açtık. Sağolsun onlar da aradılar her yeri ama yok işte… Ve birazdan otelden ayrılmamız gerekiyor ve bugünden sonra birkaç gün daha yüksek irtifada olacağımız için asıl şimdi o paltoya ihtiyacımız var ama palto yok… Cenk sonra hatırladı ki, biz öğlen odadan çıkarken kapıyı kilitlemiş ama döndüğümüzdeyse kapı direkt açılmış. Ben de hatırlıyorum odada koyduğum yeri. Yani biz yokken bir şekilde odamıza girilmiş ve şanslı! kişi Cenk olmuş… Açıkçası Arequipa’dan çok güzel anılarla ayrılacakken bir panik havası esti uyandığımız sabaha…

Günün planında Colca Kanyon var. Buraya gidebilmek için iki günlük bir tur satın almıştık gelmeden önce. Şimdi hızlıca karar vermemiz gerekiyor, araç bizi 07.00’de alacak çünkü… Aklımızdan geçenler şunlar… Ya kalıp dükkanlar açılınca bir palto alacağız sonra bir şekilde yolda onları yakalayacağız. Ya da çantadaki tek kalın şey olan ince poları ile yola çıkıp, yolda palto bulabilmek için dua edeceğiz. Akşam konaklayacağımız yerin de küçük bir kasaba olacağı düşünüldüğünde biraz şüphelerdeyiz. Ve olmadı alpaca bir kazak buluruz gibi saçma bir teoriyle yola çıkmaya karar verdik.

Colca Kanyon'da iki gün...

 

Peru’da hangi turu satın alırsanız alın (geneli böyle) sizi otelinizden alıp, hangi otele rezervasyon yaptırdıysanız gece de oraya bırakıyor. Yine öyle oldu. Rehberimiz resepsiyonda bizi bekliyordu. And Dağları’nın ortasında kalan Colca Kanyon‘a ulaşım Arequipa’dan yaklaşık dört saatlik bir yolculuk. Rakımı çok yüksek yerlere doğru yol aldığımızdan yolda bize destek olacak ürünlerin satıldığı bir yerde mola verdik. Bizim eczaneden aldıklarımız vardı zaten, bazı otların çiğnenmesi, bazılarının da demlenip çay yapılması önerildiğinden onları da buradan aldık. Ne ile karşılaşacağımız konusunda hiçbir fikrim yok!

 

İlk durağımız La Reserva Nacional Salinas y Aguada Blanca (Salinas ve Aguada Blanca Ulusal Rezervi). Bu bölge volkanlara, lagünlere, çeşitli hayvan türlerine ve yüksek rakımda yetişen bitki türlerine ev sahipliği yapıyor. Ve tabii harika manzaralara… Pampa Cañahuas‘ın açık ovalarında yola devam ederken, durup lamaları, alpakaları ve vahşi vicunaları (alpaka ailesinden nesli tükenmekte olan vahşi bir tür) doğal ortamlarında izlemekse ayrı bir keyifti. Gördüğümüz ilk vicunalar American Camelid Vikuna olarak geçiyor. Yüzleri siyah ve tek geziyorlarsa erkeklermiş. Vikunyalar ise açık kahverengi yüzlüler.

Colca Kanyon'da iki gün...

Rakımı en yüksek nokta olan ulaşmadan önce geleneksel, yükseklik rahatlatıcı olarak geçen mate de coca’nın tadını çıkarmak için Pata Wasi‘de mola verdik.

Colca Kanyon'da iki gün... Colca Kanyon'da iki gün...

Patapampa‘daki Mirador de los Andes‘den And volkanik sıradağlarının harika manzarası seyredilebiliyor. Elbette sadece sunduğu güzel manzara değil. Arequipa’da başlayan hafif baş ağrısının tırmanış sırasında şiddetlenmesi ve bu zirve noktasında da -deniz seviyesinden 4.868 metre yüksekteyiz- buna mide bulantısı, sersemlik hali ve baş dönmesinin eklenmesi… Hoş geldin yükseklik hastalığı! Bununla ilgili ayrıca bir blog yazacağım ama yaşarken pek de sevimli olmadığını söyleyebilirim. Bu arada sabah ayrıldığımız şehir olan Arequipa’nın 2.335 metrede ya da herkesin bildiği Machu Picchu’nun 2.430 metrede olduğu düşünüldüğünde oldukça yüksekteyiz. Araçtan indiğimde yürürken yalpaladığımı fark ettim. Bu sersemlik bir gülme hali de getirse de sendeleyince Cenk koluma girdi. Manzaradan da geri kalmayacağım ya görmem lazım 🙂

Colca Kanyon'da iki gün...

Burada verilen molanın ardından kanyonun başlangıç noktası olarak bilinen kasabası olan Chivay‘a doğru bir inişe geçiyoruz. İniş diyorum ama Chivay da 3.600 metrede 🙂 Çok sevimli bir kasaba. Buranın hikayelerini başka insanların yazılarında okurken genelde “yükseklik hastalığından kötü olduğumda resepsiyon şöyle yardımcı oldu, böyle destek verdiler” den öte bir şey yokken ben bambaşka şeyler hissettim. Yükseklik hastalığının etkileri geçti mi bende? Hayır. Ama “buraya bir daha gelebilir miyim, bence hayır. O zaman gezmeliyim” in verdiği enerji ile pehhh devam…

Colca Kanyon'da iki gün...İlk iş sırt çantalarımızı odaya atıp Cenk’i ısıtacak birşey bulmamamız gerekiyordu ve sanırım Chivay’da tek olan yeri bulup alabildik. Ama palto seçerkenki halimizi anlatmam lazım. Tahmin edersiniz harika kalite ve çeşit arasında seçim yapmıyorduk. Tezgahtar kadının getirdiği ürünler yok parlak siyah, yok efendim kurukafa desenli falan gerisini siz hayal edin. Ben aralardan düz birşey bulmaya çalışıyorum ama elime attığım 2XL, 3XL falan. Cenk’le aramızdaki diyalog şöyle;

BA: Bir denesen bak en azından düz. Büyük olsa da sen ısıtmasına bak önemli olan şu 3-4 günü sana geçirtsin sana yeter.

CK: Yahu olur mu? O kadar da değil… Neyse, tamam ver deneyeyim. (Giydi ve 2XL küçük geldi)

O sırada tezgahtar kadın yanımıza geldi. Kadına diyoruz ki 3XL-4XL değil, daha büyüğü yok mu bunun? Kadın inanılmaz gözlerle bize bakıyor? Ağzında tek soru, “Grande? Grande?” 🙂

Aynen ‘Grande!’ canım. Sonuç, 5XL aldık! Peru erkekleri kısa ve genelde minyon yapılı olduğundan bizim beden skalamızla alakası yokmuş kıyafetlerin. Artık Cenk’in 5XL bir paltosu var 🙂

Hafif bir yağmur atıştırıyor ve baya bir soğuk bu arada hava… Ve biz nereye gidiyoruz tahmin et? Kaplıcaya 🙂 İyi hoş da gideceğimiz kaplıca havuzları açık havada. Bu tutarsızlığı dikkate almadan gitmeye karar vermiştik. Odaya gidip mayolarımızı giydik, paltolarımızın içine… Ya neyin kafasındayız bazen gerçekten anlamıyorum. Hepsi bunların yükseklik hastalığından. Bence bu da semptomlarına eklenmeli…

Colca Kanyon'da iki gün...

Neyse yolda bin tane içimden kendime ettiğim küfürleri takiben Chivay’a yakın bir kasaba olan, Yanque kasabası yakınındaki La Calera Kaplıcaları‘na ulaştık. Gelmeden google map’ten bakıp 2-3km yürür müyüz diye düşündüğümüz yol hiç de öyle yürünür bir yol değilmiş, hele de bu soğukta…

Colca Kanyon'da iki gün...

Colca Kanyon'da iki gün...

Yoldan ayrılıp vadiye doğru kıvrıldığımızda gördüğüm manzara karşısında keyfim yerine gelmeye başladı hemen. İki vadi arasında akan bir nehir üzerinden geçen tahta köprü ile kaplıcaya bağlanıyor. Sıcak suyun kaynağı 80°C sıcaklığındaki Cotallumi yanardağı… Yani jeotermal aktivite devam ediyor bu bölgede… Suyun sıcaklığı ise 35-38 derece aralığında. Dışarısı da 15 derece 🙂

Her on dakikada bir dışarı çıkılması öneriliyor. Sürekli kalırsanız geceniz kötü geçer dediler. Tepemizde yırtıcı kuşlar dönerken biz sıcak su havuzundayız. Suyu tende yağlı bir his bırakıyor. Yüksek oranda kalsiyum, demir ve çinko içeriyormuş. Açık alanda duş ve soyunma odaları var. Eşyalarınızı bırakmak için kilitli bir kutu beklerdim ama yoktu, onlar da açıkta yani. Ayrılırken buradan ikimiz de keyifliydik, gelmeden önceki hislerimizden eser kalmamıştı.

 

Colca Kanyon'da iki gün...

Otelimize geldikten sonra fazla oyalanmadan attık kendimizi dışarı. Chivay’ın akşamı da bir başka güzeldi. Canlı olan tek bir sokağı var. Çok keyifli alpaka ürünler satan bir dükkan vardı mesela, orada baya bir zaman geçirdik. Akşam yemeğinde de alpaka eti deneyelim dedik. Ve bulduğumuz restaurantın içini çok da beğenmemiş olsak da fazla da bir şansımız yoktu küçücük kasabada… Uyduruk bir kahvaltı ile durduğumuzdan o kadar acıkmıştık ki ortaya bir çorba alalım, yemek gelene kadar biraz bastırsın diye düşündük ve kinoa çorbası sipariş ettik. Yahu nasıl güzel bir çorba yapmışlar! Koca da bir kase gelmez mi? İçinde proteininden sebzesine her şey var. Hayatımda yediğim en güzel çorbalardan biri olabilir… Alpaka etli yemek mi kinoa çorbası mı? Kinoa çorbası 🙂

 

Kasabanın biraz daha gecesine tanık olduktan sonra çok da geç olmadan odamıza çekildik. Binlerce metre yükseklikte, herhangi bir ısıtıcısı olmayan odamızda kendimizin üşüdüğü yetmez gibi bir yandan da ıslanan eşyalarımızı kurutma çabasıyla uykuya daldık.

Colca Kanyon'da iki gün...

Ve her zaman olduğu gibi sabahın kör karanlığında uyanmıştık. Dün kaplıca dönüşü rehberimizle yaptığımız sıkı pazarlık sonrası otelden ayrılış saatimizi 06.50 olarak belirlemiştik. O zamaaan kimselerin henüz uyanmadığı Chivay’ı biraz daha keşfedebilmek için zamanımız vardı. Kahvaltı öncesi hemen kendimizi attık sokaklara…

Dedim ya her şehrin, her kasabanın bir meydanı var Peru’da. Buranın da var tabii… eksili derecelerde olduğumuzdan her kemiğimiz ayrı ayrı üşüse de, işte tam da bu saatlerde yaşamların el değmeyen hallerini görebilmek beni her zaman mutlu ediyor. Yükseklikten başım yine leyla ama mutluyum. Hani bir iki günde uyumlanacaktık, hala aynen devam… ve biz taş döşeli Chivay sokaklarında kol kola yürüyoruz birbirimizi yavaşlatarak. Tek tük insanlar görünmeye başlıyor bir süre sonra, belli ki iş güç burada erken başlıyor. Ve günün ağarışına tanıklık…

Colca Kanyon'da iki gün...

Oteldeki bir kaç dilim ekmek ve reçelle yaptığımız küçük bir kahvaltı ve meşhur yükseklik hastalığına iyi geldiği söylenen çayımızı içip yine kanyonun derinlerine doğru yollardayız. İlk durak Mirador de Antahuilque. And manzarası eşliğinde tarım teraslarını buradan görmek nefes kesici… Kanyona cepheli bu tarım teraslarının bir bölümü İnka öncesi dönemde yapılmış ve hala yerel çiftçilerin kullanımında. Geleneksel yaşam tarzlarını uygulamaya devam etmelerini görmek harika…

Colca Kanyon'da iki gün...

Colca Kanyon'da iki gün...

 

 

Manzaralar gerçekten büyüleyici. Hatta tepe bir noktada uzun bir yürüyüş yapma imkanı da yakaladık. Colca Kanyon 4.160 metreyi bulan derinliği ile dünyanın en derin kanyonlardan biri olarak kabul ediliyor, hatta Amerika‘da gittiğimiz Grand Kanyon’dan bile daha derinmiş bazı bölgeleri. And Dağları’nın da nefesini soluyabilme fırsatı yakaladığım için şanslıyım.

 

 

Colca Kanyon'da iki gün...

Colca Kanyon'da iki gün...

 

Yanque Kasabası‘na geldiğimizde bizi meydanda yerel halkın dansları karşılıyor. Her gün oluyormuş bu, oldukça turistik yani. Yine meydana bakan bir kilise ve etrafta yerel giysilerle satış yapmaya çalışan onlarca insan… Alpakalar güneş gözlükleriyle turistlerle poz vermeyi bekliyorlar. Bu halleri bana hiç iyi hissettirmedi açıkçası… Onun için bende beklenen o poz yok ne mutlu ki! Ve bu meydana bakan Immaculate Conception Kilisesi, vadinin kiliseleri arasında mimari açıdan en güzeli olarak kabul edilir. Kanyonda binlerce yıl içinde süregelen depremler köylerin ve binaların tekrar tekrar kurulmasına neden olmuş. Geçtiğimiz yollarda oyma tüneller var ve bir tanesi gayet de uzundu.

Ve günün bence en önemli noktası olan Mirador Cruz del Condor‘dayız. Burada en büyük uçan kara kuşu And Condorlarını görebileceğiz. Colca Kanyon, insanlardan da önce buralara ulaşan bu canlılar tarafından korunan vadiler olarak geçiyor. Kanat açıklıkları erkeklerinde 3 metreyi, dişilerde 1 metreyi buluyor. Erkekleri siyah beyaz, dişileri bej beyazlar ve leşçil bir kuş türü olan condorlar saatte 70 km hıza ulaşabiliyor. Birkaç tanesini oldukça da yakında görme fırsatımız oldu. Öylesine ihtişamlılar ki…

Colca Kanyon'da iki gün...

Tilkilerle karşılıklı faydaya dayalı bir ilişkileri var. Condorlar bir leş gördüklerinde yakınında uçmaya başlıyorlar. Tilki de burada bir leş olduğunu anlayıp bu bölgeye gidiyor. Tilki, leşi bulduğunda sadece iç organlarını yiyip gidiyor. Condorsa yemeğinden ayrılan tilkiyi takip ediyor. Eğer ki tilki yedikten sonra zehirlenip ölmezse, condor yere inip leşin kalan yerlerini yiyerek besleniyor. win-win yani…

And condoru için anlatılan hikayeler bana ilginç geldi. İnka uygarlığı kondorun ölümsüz olduğunu düşünmüş. Bir efsaneye göre bu kuşun 75 yıl ömrü varmış. Yaşlanıp gücünü kaybettiğini hissettiğinde yüksek bir tepeye çıkıp kanatlarını ve ayaklarını geriye çekerek kendini kanyondan aşağı bırakırmış ve böylece hükmü sona erermiş. Bu sembolik ölümden sonra, kondor yuvasına dönüp hayatın döngüsüne katılmak için yeniden doğarmış. Condor bu medeniyet için gücü, zekayı, gururu ve yüceliği temsil ediyor. Amerika’nın keşfinin öncesinden beri And Dağları’nda yaşamış olan her varlık bu hayvana saygı gösterirmiş. Başka bir inanışta da sadece iyi ve kötü ruhlardan sorumlu olmakla kalmayıp, her sabah güneşin doğuşundan da onu sorumlu görürlermiş. Hayatın günlük döngüsünü başlatmak için enerjisini kullanarak her sabah güneşi dağların ardından tepeye çıkarmış.

Kondorlar ailesini önemsiyor. Yavrularına uçmayı öğretiyor ve kendi ayaklarının üstünde durmayı öğrendiklerindeyse, kendi kaderlerini çizmelerine izin veriyor. Ama eşinden hiç ayrılmıyor ve hayatını onunla geçiriyor. Eşlerden biri öldüğündeyse diğeri kendini kanyondan aşağı bırakıyor.*

Burada yaşadığım en özel an’lardan biri de Cenk’in “başını gökyüzüne kaldır” demesiydi. Başımı kaldırmamla, güneş ve etrafındaki haresiyle göz göze geldik. Sanırım çok yüksekte oluşumuz, böyle bir görüş olanağı tanıdı. İlk defa yaşadığım bir andı ve çok güzeldi 🙂 Yazarken aklıma Tanzanya‘da safari yaparken Cenk’in gece elimden tutup, beni kafesten çıkarıp samanyolunu gösterdiği o an geldi. Gerçekten bir düşünsene en son ne zaman başını gökyüzüne kaldırdın? Bazen bir ilk’i yaşamak bu kadar basit olabiliyor!

Colca Kanyon'da iki gün...

Colca Kanyon'da iki gün...Mirador Cruz del Condor’da iki gözlem terası var. Condorlar daha çok kanyonun derinliklerinde olduklarından alt teras daha çok talep görüyor. Ama biz nefes darlığı gibi semptomlarla da bir yandan uğraştığımızdan oraya yürümek istemedik. Ve şansımıza birkaç condor bulunduğumuz yere öylesine yaklaştılar ki harika video ve fotoğraflar çekme fırsatı yakalayabildik. Tabii bu turistik alan yerelin tam bir kazanç noktası da… Ivır zıvır satanları anlıyorum da, condor kostümü giymiş insanların duvarların tepesinde insanlarla poz verip para kazanmasına anlam veremedim. Söylendiğim şey onların bu işi yapmasına değil, anlamadığım onlara para kazandıran turistler… Tepende uçan canlısını fotoğraflayabiliyorken… neyse gerçekten anlamadığım çok şey var bu dünyada 🙂

Artık Puno’ya doğru yoldayız. İrtifada 400 metre aşağı 300 metre yukarı derken bedenim helak oldu gerçekten. Cenk’in saatinde barometre var, bir gözümüz habire onda 🙂 3.500 metrelere kadar bende sadece şiddetli baş ağrısı ile idare edebilirken 3.900’lerde ise başımı kaldıramaz, yürürken yalpalar oluyorum. Cenk ise yüksek irtifada daha iyi hissederken, 3.500 mtrelerde nefes darlığı artıyor. Herkes için tek bir doğru yok anlayacağın. Uludağ zirvenin 2.543 metre, Kartalkaya zirvenin 2.200 metrelerde olduğu düşünülürse indik dediğimiz yer de pek akıl karı değil aslında. Düşün Ağrı 5.137 metre!

Colca Kanyon'da iki gün...Bu bölgede birkaç kasaba daha gezdik. En sonuncusu da Maca. Hepsi birbirinin o kadar aynısı ki. Bir yerden sonra inip ‘turistik alışveriş yap’ tan öte farklılık yaratan bir şey. Ben de alışveriş manyağı olmadığımdan ve kaldı ki o sırt çantası içine eklediğim her gramı yine biz taşıdığımızdan pek akıl karı da değil hani… Maca’da da bir meydan, etrafında yerel giysiler içinde satıcılar, ha burada bir fark birkaç da turistik dükkan vardı. Ha bir de burada, Peru’nun lokal alkolsüz içeceği olan çiça morada denemek için bir satış yeri vardı. Biz daha önce denediğimizden tekrar şans vermedik açıkçası. İçinde tarçın ve karanfil olan şeyler pek benim kalemim değil…

Bugünün en yüksek noktası 4.413 metredeki Mirador Lagunillas. Bu arada nasıl bir rüzgar içinde yürüyoruz anlatamam, saçım başım birbirine karıştı. Lagün And flamingosu sürülerine ev sahipliği yapıyor. Walla rüzgar bir yandan yükseklik hastalığı bir yandan çarpıyor. Şu an zirve durumda… Şamar oğlanına dönmüş bir halde buranın güzelliğinin tadını pek de çıkaramadım. Aklımda kalan keyifli bir an’sa, burada bir kapalı alan vardı. Rüzgardan dolayı dileyenler buradan da lagünü izleyebiliyordu. Bir baktık kapıda bir baby alpaca.. İnsanlar kapıyı açınca içeri giriyor 🙂 Gerçekten çok sevimli hayvanlar…

Colca Kanyon'da iki gün...

Akşama doğru Puno’daki otelimize vardık. Herhalde Puno’nun en merkezi yerinde. Kapısı Plaza de Armas’a açılıyor. Bu ülkede kaldığımız en otantik otel olabilir. Ve dışarısı soğuk ve güzel de bir yağmurla bize merhaba dedi.

İki gün önce Arequipa, dün Chivay ve birkaç saat önce lagünde yediğim irtifa, üstüne şimdi de Peru’nun rakımı en yüksek yeri olan Puno eklenince (rakım 3.827) otele geldiğimde başımı yastıktan kaldıramıyordum. Bir karar vermemiz gerekiyordu. Ben pek iyi değildim açıkçası, Cenk ayakta idare ediyordu ama onda da farklı da semptomlar vardı. Buna havanın sevimsiz hali de eklendiğinde… Yarın tüm günü Titicaca Gölü’nde geçirip, akşamı da orada kalmak üzerine bir planımız vardı. Oraya gidip hem sağlık durumumuz hem de hava şartları dolayısıyla keyif almayacaksak gitmenin bir anlamı var mıydı? Gitmezsek de iki gün sonrasına bir uçak biletimiz vardı. Diğer taraftan da hem konaklamamızı, hem uçağımızı yakıp, yarın Lima’ya dönebilmek için bilet bulabilecek miydik? Titicaca Gölü’nde kalacağımız yeri Airbnb’den ayarlamıştım. Ev sahibimiz Luis’e yazıştık. Eğer hava şartlarından dolayı tekne ile çıkamayacaksak ve zamanı kalacağımız kulübede geçireceksek Titicaca’ya gitmek ne kadar anlamlıydı? Hava ne olursa olsun yaparız dedi Luis. Artık bizim bir karar vermemiz gerekiyordu.

Biraz dinlenip başım dengesini az da olsa bulduğunda dışarı çıktık. Yağmur kesilmiş ve geldiğimizin aksine ılık bir hava şehri sarmıştı. Şehir ve kasabalarda birçok meydan gördüm. Herhalde gördüklerim arasında en sıcak hissettireniydi burası. Cenk’le kolkola girdik, bebek adımlarıyla (yüksek irtifada en iyi ilaçlardan biri, yavaşlamak) şehrin sokaklarında yürümeye başladık. Ve biz bir cesaret yarın  Titicaca’ya gitmeye karar verdik!

Colca Kanyon'da iki gün...Bu yazı ilgini çektiyse bunları da okumak isteyebilirsin;

Peru rotası oluşuyor!

Peru yolcusu kalmasın!

Pasifik’in İncisi: Lima

Deniz aslanlarından çöle, oradan Nazca’ya şaşırtıcı bir gün!

Arequipa Kafası

 

 

Kondor bilgisi: Netflix/Peru: Gizemli Hazine ve tur rehberliği

Facebooktwittergoogle_pluslinkedin

Benzer yazılar

Yorum Yapın

*