Güne daha güzel bir başlangıç olabilir mi… Kamaranın kapısını açtım, hemen önümde zıplayan bir yunus bana merhaba dedi 🙂 Nehir yunusları bunlar… Zaman içinde tatlı sulara uyum sağlamışlar. Genelde sürü halinde yüzüyorlar ve bu şekilde birbirlerini koruyorlar. Ve ben onların gizli bir hayranıyım…
Uzuuunn bir orman yürüyüşümüz olacak bugün. Buraya gelirken uzun kollu giymemiz gerektiğinden ince pamuklu kollu kıyafet arayışına girmiştik. Cenk’e son gün birşey bulduk da benim bulduklarım hep sentetik karışımlıydı ve mecburen almıştım sinek, böcek sokması korkuma. Ve onlar beni çok! zorladı. Terletmesinin yanı sıra, ıslanınca üzerime yapışıyor ve rahatsız edici oluyordu. Bugün Cenk’in pamuklularından birini giydim üzerime ve gün sonu raporunda söyleyebilirim ki daha insani geçti yürüyüşüm.
Bugün kahvaltı öncesi keşif çıkışımız yok. 07.00’de başlayacak kahvaltıya kadar güvertede zaman geçirebileceğiz. Çok seviyorum bu sabah rutinlerimizi burada. Bu güvertenin bir kat daha üzerinde küçük bir gözlem terası daha var. Nehre ve doğaya daha hakim bir şekilde yağmur ormanlarını izleyebiliyoruz. Bu sabahki çayım bu manzara eşliğinde…
08.00’de hiking bölgesine gitmek için hız teknelerindeyiz. Ve indiğimizde karşılaştığımız doğa inanılmaz. Yaklaşık 8 km’lik bir yürüyüş bizi bekliyor. Uzun bir tırmanış, ardından iniş olacak. Her orman girişlerinde yeşil beni içine alıyor. Yine burada da ağaçların güzelliği insanı sözsüz bırakan cinsten. Gökyüzüne baktığımda, gözlerimin maviden çok yeşil görmesi inanılmaz… Köklerinin her tarafa uzanışı, farklı türlerin birbiri ile uyumu, yaprakların, ağaçların üzerinde gezinen farklı farklı böcekler… wow… nereye baksam başka bir yaşam…
Derken yerli rehberin buraya gelin sesi eşliğinde günlerdir hayalini kurduğum yılanı görüyorum. Yaklaşık 1.5-2 metre boylarında çalıların arasında geziniyor. Yerli bize gösterebilmek için tutunca bu sefer atak yapmaya da başlamaz mı… Belli ki gitmek istiyor hayvan. Ben bırakın rahat etsin derdindeyim, ekibin devamı fotoğraf çekmek… Neyse çok da yormadan yaprakların arasında kayboldu gitti. Ama kim memnun? Tabii ki ben… En azından bir yılan görebildim 🙂
Ve doğada ilk tarantulamızı görüyoruz! Yerde yapraklarla öyle güzel uyum sağlamış ki, göstermeseler benim görmem imkansız… Durum böyle olunca da insan düşünüyor, acaba günlerdir kaç tanesinin yanından geçtik de biz fark etmedik diye… Cenk eğilmiş onu izliyor. Soruyorum, ‘nasıl hissediyorsun?’ diye; yanıt olarak ‘çok tüylü’ diyor. O kadar “o ve örümcek” var ki zihninde o an, duymuyor bile beni… Sonuç, örümcekle de buluşma sağlandı 🙂
Naturalistimiz ucu kapalı bir huni gibi bir kabuk uzatıyor bana… Biri de kendinde. Hani şişeye üflediğimizde bir ses çıkar ya, buna da üflediğinizde ki tabii doğru açıyla üfleyebilirseniz, tok bir ses çıkarıyor. Şamanların sınavlarından biri de bunu doğru şekilde üfleyebilmekmiş. Ben de deniyorum, harika değilim ama az daha çalışırsam yaparım 🙂
Ahşap şeritlerden hazırlanmış asma köprülere geliyoruz. Yolun ikinci bölümüne geçebilmemiz için sekiz asma köprü geçmemiz gerekiyor. Her köprünün üzerinde maksimum üç kişi olmalı deniyor. O kadar kuvvetli değillermiş… Sallanan köprü üzerinde yürürken metrelerce aşağıdan uzanan ağaçların hala boylarına yetişemiyoruz. Gövdelerine tutunmuş gerçek orkideler… Ya gerçekten harika bir yerdeyiz. Burada yıllar önce gelen bir doğa bilimci yaptırmış bu köprüleri. Başka bilim adamları da gelsin, bu doğayı keşfederken işleri kolaylaşsın diye… İyi ki yapmış…
Hikingin inişine doğru geçtiğimizde incecik bir yılan daha yolumuzu kesiyor. Eveet… Durum şimdi benim sevdiğim halleri almaya başladı. Kuş, maymun beni pek kesmiyor, doğruya doğru 🙂 Ha bir de jaguar görme ihtimalimiz var. Ama naturalistimiz bile bugüne kadar üç kere görebilmiş. Jaguarların muhteşem bir koku kapasiteleri var ve tabii ki bizim kokumuzu da kilometrelerce öteden alabiliyorlar. Ve bugüne kadar onlara o kadar çok zarar vermişiz ki olabildiğince insan türünden uzak kalmayı öğrenmişler… Ama ama görebilmeyi çok! isterdim.
Yaklaşık dört saat süren yürüyüşün sonunda çok güzel bir göldeyiz… Yorgun ama mutluyum. Bir örümcek, iki yılan günün kazanımları… Hiç fena değil 🙂
Odaya geldiğimizde yine havlulardan bir tavşan bekliyor bizi kamaramızda. Her gün ne yapmışlar merakıyla açıyorum kapıyı. Günde iki kere temizleniyor, temiz havlular bırakıyorlar. Malum her keşif dönüşünde duş almak gerekiyor, nem var ve baya sıcak….
Çok zamanımız yok arada. Öğle yemeği bugün bir yerli bir köyündeyiz bugün. Yine ve her zaman olduğu gibi çocuklar karşılıyor bizi tekneden. Köyün içinde yürürken ağaçta bir tembel hayvan ve karşısındaki kulübede çocuklar oyun halinde. Bize her ne kadar nomalin çok ötesinde görülse de durum, bu bir arada olan hale bayılıyorum. Gerçekle yanılsama, ne normal ne değil, doğayla entegrasyonda sınırlarım ne? of gerçekten bu sorular önümüzdeki günlerde dönüşeceğim ‘ben’i görmek için heyecanlıyım.
Nehir gemisinin mutfak ekibi yerlilerin bizim için kullanacakları malzemeleri önceden götürmüşler. Onlar da kendi günlük rutinlerinde ne yiyorlarsa onları bugün bizim için pişirecekler. Tüm malzemeler derken, suya kadar. Çünkü normalde nehir suyu ile yaptıkları yemekler bizim sindirim sistemimiz için pek de uyumlu değil. Yemeklerin geneli biz gittiğimizde hazırdı. Ama birkaç tanesini nasıl hazırladıklarını uygulamalı gösterdi bize.
Bizim sarma mantığında, eti, balığı yapraklara sarıp bir bohça gibi yapıp, ince saman gibi bir dalla bağlıyor, sonrasında haşlıyor ya da ızgara yapıyor. Uzuun bir masa kuruldu sonra. Masa derken hemen aklın, masa ve sandalyeler olan bir yer ve üzerinde yemekler gibi geçti değil mi? Yanıldın! Gerçekten baya uzun yapraklar getirdiler ve birer birer yere serilmeye başlandı. Yeterli mesafe oluşunca yemekleri bu yaprakların üzerine yerleştirdik ve bağdaş kurup etrafına dizildik doğal masamızın. Ne bulduysam denedim. Buna bir kemirgen türü olan Capybara da dahil. Aklımda kalacağına midemde olsun 🙂
Tüm bunlar bu kadıncağız ve torununun evindeki mutfak alanında gerçekleşti. Ve bitiminde bizim için bir şarkı söyledi ev sahibimiz. Harika İspanyolcamla anladığım kadarıyla aile olmak üzerineydi sözleri… Sonrasında başka bir alana geçtik. Orada da sert ve büyük yapraklardan nasıl sırt çantaları yaptıklarını uygulamalı gösterdiler. Eskiden pazarlarda kefelerle gezerlerdi -hatırlıyorsan eğer benim gibi; yaşın çıktı, çaktırma- işte onlara benziyor. Özellikle kadınlar ormanın derinliklerine gidip meyve topladıklarında buna koyup, bir iple başlarına doladıkları bu ağırlıkla dolu çantaları, günde sekiz saat yürüyerek köylerine taşıyorlarmış.
Başka bir alanda da ipleri güçlendirerek nasıl çantalar yapıldığını gösterdiler. Başka bir köyde o ipleri nasıl renklendirdiklerini öğrenmiştik, burada da bunların çantaya dönüşüne tanık olduk.
Tüm bunlar olurken büyüklü küçüklü çocuklar da gelen biz yabancı insanların hallerini gözlemlemekle meşguldüler. Tüm bu anlatılanları öğrenmek güzel de, o izleyen çocukları izlemek de bana iyi geliyor. Mesela bir küçümen bize doğru bakarken, bir abla çocuğun saçlarından bitlerini ayıklıyor büyük bir dikkatle. Öbürü satış yapabilmek için bekleyen annesini çekiştirmekle meşgul. Burada nasıl doğa rengarenkse, çocuklar da öyle. Gerçi nerede değiller ki?
Çok güzel deneyimlerle ayrılıyoruz ama biraz da zihnim bulanık. Yaşam şartlarını gözlemledikçe, kendi sorgularım da artıyor. Hani o yemek yediğimiz alan var ya.. orası o anne ve torununun evinin mutfak bölümü. Teras gibi bir alan, etrafı açık, ocak, kazanlar dışarıda. Evin içine baktığınızda minimum eşya var. Bu arada gerçekten minimum eşyadan bahsediyorum. Buzdolabı yok, tuvalet yok, hava sirkülasyonunu sağlamak için duvar yok. Ve her biri gülümsüyor… Basit ve sadelik her yerde buram buram dolanırken de mutlu olabiliyorlar. Peki biz?
Döndükten sonra açık güvertede bir buluşma var bugün. Barda Pisco Sour nasıl yapılır worshopu ve sonrasında snack ikramı olacakmış. Cenk diyor ki, “sen geçen gün barın arkasına geçip yaptın ya, onlarda ışık yandı, bunu herkese yapalım diye” diyor. Öyle ya da böyle keyifliydi. Önce birkaç kişiye yaptırdılar. Sonra hepimize yapıp ikram ettiler, yanında küçük atıştırmalıklarla. Sohbet muhabbet güzel oldu, baya eğlendim.
Günü batırmak için hız tekneleri ile Amazon’un daraldığı sığ derelere doğru yol alıyoruz bugün. Burada olduğumuz sürece her gün batımında, bugünden daha güzeli olamaz diyorum, ertesi gün daha güzelini karşıma çıkarıyor doğa. Yine öyle bir gün… şükür…
Tekne hızını yavaşlatıp, iyice suyu çekilen derede akarken suyun şıkırtısına gün batımında yer değiştiren kuşlar, böcekler eşlik ediyor. Ve bugün daha önce kendi doğasında görmediğimiz kadar çok kelebek sürüleri görüyoruz kıyılarda. Amazon ormanlarına renk getiren harika hayvanlar… Diğer taraftan da tok sesleri ile kurbağalar eşlik ediyor senfoniye… Ve gün zifiriye döndüğünde teknenin motorları susuyor ve hepimiz derin bir sessizliğe gidiyoruz bir süre. Tekneden kimse konuşmuyor. Tamamen beş duyu devrede… Fark edemediğin yeni sesler, yeni kokular ön plana çıkıyor. Zihnim nerede olduğunu algılamak için ekstra bir farkındalık halinde. Ne, ne kadar yazıyla ulaşabiliyor bilemiyorum ama eşi benzeri olmayan an’lardandı o an… iyi ki…
Dönüşte yağan yağmur eşliğinde kirlenen ayakkabılarımızı çıkarıyoruz girişte. Herkes yalınayak kamaralarına doğru giderken biliyoruz ki yarın ayakkabılarımız tertemiz bizi bekliyor olacak sabah. Her çamurlu dönüşümüzde ayakkabılarımızın temizliği de hizmete dahil. İlginç değil mi?
Akşam yemeğinden sonra ana güverteye çıkarken merdivenlerde dev mavi bir kelebek yolumu kesiyor. Gerçekten büyük bir kelebek, el parmaklarını aç neredeyse o büyüklükte… Ve üzerimize konuyor, yürürken bile bize tutunuyor. Bu güven nereden geliyor bilmiyorum ama kalbin yumuşar ya öyle dakikalar…
Yine dopdolu geçen bir gündü bugün. Sorgulatan, keyif veren ve doğanın %100 varlığını hissettiren… İyi ki bu deneyimin içindeyim dedirten…
Bu yazı ilgini çektiyse bunları da okumak isteyebilirsin;
Deniz aslanlarından çöle, oradan Nazca’ya şaşırtıcı bir gün!
Peru’nun gizli hazinesi: Titicaca
Gün 6- Piranalarla sen de yüzer misin?