Yükseklik Hastalığı

Yükseklik HastalığıSon beş günü yüksek irtifada geçirdik ve okuduğunuz birkaç yazıdır da dönüp dolaşıp yükseklik hastalığından bahsediyorum. Nedir bu yükseklik hastalığı dediğini duyar gibiyim. Ama anlatmadan önce belirtmek isterim ki bu anlatacaklarım tamamen bizim deneyimlerimiz… Bu nedenle doğru ya da kesin bilgi olduğunu düşünmeyin. Lütfen kendiniz araştırın, doktorunuza danışın. Ben de gitmeden evvel bolca okudum, doktora gidip tavsiyeler aldım, gittiğimizde yerellerle konuştum ve hatta şunu da söyleyebilirim ki ne yapsak tam olmadı 🙂 Onun için asla bu yazdıklarım referansınız olmasın…

Yükseklik hastalığını farklı isimlerle duymuş olabilirsiniz. Dağ hastalığı, irtifa hastalığı gibi gibi. Yüksek rakımlı yerlere gittiğinizde ortaya çıkabilen bir durum. Ve gitmeden önce bize de olabileceğini farkındaydık. Hatta Cenk’in özel durumdan dolayı biraz da tedirgindik. Bu nedenle de gitmeden baya araştırmıştım neler yaşayabiliriz, ne yapabiliriz diye. Vücut ihtiyaç duyduğu miktarda oksijeni alamadığında ortaya çıkıyor. Yüksek rakımlara çıkıldığında ki bu genellikle 2.500 metreden sonra görülse de daha düşük irtifalarda da olabiliyor. Sonuç olarak beden yeterli oksijeni alabilmek için daha çok çalışmak zorunda kalıyor. Hafif semptomlar genellikle baş ağrısı, iştahsızlık, hızlı nefes ihtiyacı, yorgunluk, mide bulantısı gibi kendini gösterirken, nadiren de beyinde ve akciğerlerde sıvı gibi etkileri olabileceğini başka kaynaklarda okudum.

Bizim de bu seyahat boyunca yüksek irtifa olarak adlandırabileceğimiz 2.335 m. ile 4.808 metre arasında inişli çıkışlı bir beş günümüz geçti. Uludağ zirvenin 2.543 metre olduğunu belirteyim, yüksekliği siz kafanızda şekillendirin 🙂 Yükseklik hastalığı için ilk önerilen şeylerden ilki deniz seviyesinden direkt yüksek irtifa bölgesine bir uçuş yapmayın deniyor. Biz de bu nedenle karayolunu kullanmayı tercih ettik öncelikle. Kademeli olarak yükseklik değişikliği olduğunda bedenin de adapte olması kolaylaşıyormuş. Bizim deneyimimizde ise, evet kademeli olarak 2.300 metrelere geldik ama sonrasında günleri in çık, in-çık şeklinde geçirmemiz gerekti. Sanırım bu durumu da bedenlerimiz kolay tolere edemedi ne yazık ki…

Bize sunulan destekler şöyleydi;

-Portatif oksijen tüpü

-Sarı likit (Buradan isim vermeyeyim, öğrenmek isteyen bana instagramdan ulaşabilir)

-Koka bitkisi (yaprağı, çayı, şekeri, sakızı…)

-Muna bitkisi

-And dağları çayı

-Yavaşlamak

-Bol su içmek

-Süt ürünü tüketmemek

Bizim yaşadığımız semptomlar ise;

-Baş ağrısı

-Nefes darlığı

-Sersemlik hissi

-Mide bulantısı

-Baş dönmesi

-Başta sıkışıklık hissi

3.500 metrelere kadar bende şiddetli baş ağrısı ile idare edebilirken 3.900 metre sonrasında başımı kaldıramaz, yürürken yalpalar buluyordum kendimi. Ve yukarıda yazdığım diğer semptomların tamamı da bu ikisine eşlik ediyordu. Ama Cenk’e baktığımda 3.200 civarı baş ağrısı artıp nefes darlığı şiddetlenirken, 4.000 metre uzerinde ‘ben daha iyiyim şu an’ diyordu. Başka bir örnek de, yüksek rakımlı bir yerde öğle yemeği için mola vermiştik bir gün. 20 yaşlarında bir kız iştahsızlık ve baş dönmesi ile bir yanda kıvrılmış, diğer tarafta 30’larında bir adam koltukta üzerinde paltosu titreyerek uzanıyordu. Masalara doğru kafamı çevirdiğimdeyse 60 üzeri bir grup kahkahalar eşliğinde yemeklerini yerken, 40’larında birkaç insan sanki hiçbir şey yokmuş gibi etrafta koşturup fotoğraf çekme derdindeydi. Yani demek istediğim yükseklik hastalığının kime denk geleceği konusu tam bir bingo! Eğer ki önceden irtifaya çıkıp kendinizi tanımıyorsanız; yaşa, cinsiyete, önceden sağlıklı ya da sağlıksız olmanıza bakmıyor. Ben buna kendini keşfetme dedim 🙂

Yükseklik HastalığıEn çok önerilen şey orada koka bitkisi oluyor. Çiğnemek, çayını içmek ya da şeker, sakız gibi envai çeşit versiyonu satılıyor her yerde. Gerçekten her yerde bu arada. Seyyar satıcısından eczanesine, marketinden, hediyelik eşyacısına kadar. Benim için en iyi versiyonu çayıydı. Onu da öğlen 15.00’ten sonra sakın içmeyin diyorlar. Öğleden önce koka, öğleden sonra papatya 🙂 İşe yaradı mı dersen, yanii… psikolojik iyi geldi gibi bir hal, ne evet ne hayır diyebilirim 🙂 Muna bitkisi mide bulantısı için söylenmişti bize; aldık ama denemediğimizden etkisini bilmiyorum. Dışarıda gezerken çayını hazırlamak için yeterli malzeme olmadığından pek efektif değildi açıkçası. Çıkacağımız en yüksek irtifa olan Patapampa öncesi gittiğimiz bir büfede And dağı çayını denedik. Bu daha içilebilir bir karışımdı ve sanki! minimal bir iyilik hissi getirdi. Ama tüm bunlara rağmen Patapampa’da yürürken düşmemem için Cenk’in destek verdiğini de söylemeliyim.

Yükseklik HastalığıBu noktada bol su içmek yavaşlamak gerçekten önemli. Gerçi yavaşlamam gerekli diye kendinizi yavaşlatmıyorsunuz. Beden zorunlu olarak sizi yavaşlatıyor zaten. Nefes darlığı için genellikle tur firmalarının araçlarında büyük oksijen tüpleri halihazırda bekliyor, ağır durumlarda ilk müdahale için. Biz tur firmasında olup olmayacağını bilmediğimizden Lima’da eczaneden portatif bir oksijen tüpü almıştık. Benim nefes darlığım daha çok bir şey yaparken nefeste hızlanma şeklindeyken, Cenk uykudan nefes almakta zorlanarak uyanabiliyordu geceleri. Bu arada nefes darlığı için büyük büyük hareketler de gerekmiyordu hani. Birkaç merdiven çıkmak bile yeterli olabiliyor. Bu anlarda ben de Cenk de bizdeki oksijen tüpünü denedik ve hiç bir işe yaramadı 🙂 Şöyle keskin bir naneli sakız daha etkili olabilirdi sanki… Sarı likit ise bizde en iyi alternatifti. Bu likit avuca alınıp koklanarak kullanılan bir şey. Keskin kokusu nefes için geçici süreli bir açıklık hissi verebiliyor.

Dediğim gibi beş tam günü 3.800 metre üzerinde geçirdik. Tüm denenleri elimizden geldiğince yaptık. Yaklaşık iki günde uyumlanacağımızı hayal etmiştik. Ama beşinci gün benim baş ağrım anca sızıya dönüşebildi ve sonrasında da Lima’ya döndük.

Tüm bunlar olurken aklımda iki soru vardı.

  • Lima’ya dönünce bu semptomlar hemen geçecek miydi? Yoksa yine kademeli mi olacaktı?
  • Sürekli yüksek irtifada yaşayan insanlar, deniz seviyesine indiklerinde bedenleri bizim gibi tepki veriyor muydu

Her ikisinin de yanıtını aldım 🙂

  • Evet, Lima’ya indiğimizde daha havalimanında kendimizi kuş gibi hissediyorduk.
  • Türkiye’ye dönerken havalimanında Cosco’da yaşayan biriyle tanıştık ve bu soruyu ona sordum. Deniz seviyesine geldiklerinde hiçbir sorun yaşamıyorlarmış. Bu durum sadece irtifaya çıkarken söz konusu olabiliyormuş.

Sonuç olarak demek istediğim, “yükseklik hastalığı yaşamamak için buralara gitmeyelim” iyi ki dememişiz! Geçiciliğini bilerek hasta bir hal yaşamak daha katlanılır bir durum. Ve gördüğümüz güzelliklerin yanında bu sadece hikayenin bir parçasıydı…

Bu yazı ilgini çektiyse bunları da okumak isteyebilirsin;

Peru rotası oluşuyor!

Peru yolcusu kalmasın!

Pasifik’in İncisi: Lima

Deniz aslanlarından çöle, oradan Nazca’ya şaşırtıcı bir gün!

Arequipa Kafası

Peru’nun gizli hazinesi: Titicaca

Sorumluluk reddi

Busece doğru ve güncel bilgiler sağlamayı amaçlasa da, burada yer alan veya bu sitedeki herhangi bir bağlantıyı takip ederek bulunan herhangi bir bilginin doğruluğu veya eksiksizliği konusunda hiçbir beyanda bulunmayız. Busece, bu bilgilerin görüntülenmesi veya kullanımından kaynaklanan herhangi bir kayıp, yaralanma veya hasar dahil olmak üzere herhangi bir eksiklik veya yanlışlıktan veya bundan kaynaklanan herhangi bir sonuçtan sorumlu tutulamaz ve kabul etmeyecektir.

Facebooktwittergoogle_pluslinkedin

Benzer yazılar

Yorum Yapın

*