Özü Buluş Tatili: Tanzanya!

11289610_10206913244612568_5147927397663906443_o

Hazırlıklar tamam… Biletler alındı, tur ayarlandı. Sırt çantaları, safari şapkası, uyku tulumları hazır… Sarı humma, tifo ve tetanoz aşıları yapıldı, sıtma ilaçları alındı. O zaman ne duruyoruz…

THY uçağında keyifli bir yolculukla tatilimiz başladı. Yaklaşık 7.30 saat süren yolculuğumuzun ardından Kilimanjaro havaalanına vardık. Oldukça küçük bir havaalanı. Vize orada alınıyor 50$ karşılığında. Kolay zannettiğimiz vize işleri oldukça sancılı geçti. Siz siz olun biletinizin fotokopisini yanınıza almayı unutmayın…

Aracımız ve bize 8 gün boyunca eşlik edecek rehberimiz bizi havaalanında karşıladı. Yaklaşık bir saat süren10914953_10206912893083780_7811080239684412027_o yolculuğumuzun ardından Arusha’ya yakın Grand Impala Hotel’e vardığımızda saat 03.30’tu. Otelin geceliğinin 130$ olduğunu öğrenince biz de lobide kestirmeyi tercih ettik. Dışarıda geçirdiğimiz ilk geceydi ve sinekler de tüm görkemiyle bize eşlik ediyordu. 05.30 itibariyle yöresel kahvaltı dedikleri mor köklü patates, fasulye, ya çok tuzlu ya çok tatlı ekmek eşliğinde yediğimiz anlamsız kahvaltının ardından rehberimiz bizi otelden alarak Arusha’ya, tur şirketinin ofisine götürdü. Ödememizi takiben kahve içmeye, burası için çok da şık sayılabilecek African Cafe’ye gittik. Kahvelerin bizim damak lezzetimize uygun olduğunu söyleyemeyeceğim. Ama 8 günün sonunda bu kahveyi bile mumla arar olduk desem yalan olmaz… Dövizlerimizi bozdurduktan sonra Land Cruiser jeepimize binip Lake Manyara National Park’a gittik ve böylece ilk safarimiz başladı. Tek tek hayvanları görmeye başladığımızda neredeyse burnumuz cama yapışacaktı, tabii nereden bilebilirdik ki 2-3 gün sonra “Aaaa yine mi fil?” deyip burun kıvırabilecek kadar çok görebilecek olduğumuzu…

İlk kamp10830781_10206912911364237_3030291767961754516_o yerimiz Mosquito Village Manyara Kamp alanında. Bize özel ahçımız -ertesi gün öğrendik ki gerçekten bize özelmiş- her gittiğimiz yere o da geldi. Akşam bize süper bir çorba, özel sosuyla balık ve patates eşliğinde güzel bir yemek ve arkasından tatlı ikram etti. Akşam biraz muhabbet, karanlık gökyüzünde dolunaya doğru giden ayı fotoğraflamamızın ardından çadırda ilk uyku! Evet benim için bir ilk… Ve bu deneyimi Afrika’da yaşamak… Kamp alanı hayvanlar gelmesin diye tellerle korunaklı, akşam elinde okuyla bekleyen bir Maasai’li ise bizi korumak için nöbette…

Halk oldukça fakir… Aracın durduğu her noktada yanınıza yaklaşıp elindeki ürünlerini satmaya çalışıyorlar. Sohbet gani, güleryüz istemediğin kadar… Otoban dedikleri alan çift şeritten bozma her an yola bir insan ya da hayvan fırlayan cinsten…

11357087_10206912911004228_4805086043893940685_oİlk gün yemesi iyi gelen ama daha sonradan anlayacağımız sabahların vazgeçilmezi krep, çirkin bal, fıstık ezmesi, kapağını bile açmadığımız margarin ve olmazsa olmazım! esmer şeker eşliğinde yaptığımız kahvaltının ardından rehberimiz 09.00’da start veriyor. Masamıza kadar malzemelerimizi kamp alanından alıp araca yüklüyor, göç edercesine Serengeti’ye doğru hareket ediyoruz. Dört gece burada kalacağız. Yol üzerinde turun sonuna doğru gideceğimiz Ngorongoro krater gölünü kuşbakışı gördüğümüzde nefesimiz tutuluyor ihtişamı karşısında. Tek kelime ile; “büyüleyici”…

Yolumuz uzun… Yol boyunca Masailer ile karşılaşıyoruz ve onların köylerinin yakınından geçiyoruz. Masailer zamanında insan1912003_10206912900243959_6936953749128774403_o yiyen kabilelerdenmiş… Devlet oradaki yerlilere oturma izni veriyor ancak kendi besledikleri hariç hayvan öldürmeleri yasakmış. Burayı daha sonra gezebileceğimizi öğrenmenin heyecanı ile yolumuza devam ediyoruz.

Hedef noktamız ve dört günümüzü geçireceğimiz Serengeti neredeyse Hollanda’nın yüzölçümü büyüklüğünde bir alan. Bakımlılığı, vahaları, bir 11246701_10206912913084280_5845937829077771035_oalanı bozkırken diğer tarafı tatil köylerini anımsatan palmiyelerle çevrili göllerin olduğu bir cennet… Mevsim Mayıs olunca doğa yemyeşil. Bu hem avantaj hem de dezavantaj. Avantaj çünkü hava muhteşem… Şimşek, sağnak olacak derken mis gibi bir hava hakim doğaya… Sabah ve akşamları hafif esintili, öğlenleri ise tshirt fazla geliyor. Yeşilin her tonu, çeşit çeşit ağaçlar muhteşem… Dezavantaj çünkü, bitkilerin uzun olması hayvanlar için önemli bir kamuflaj. Ama rehberimizin ışın ötesi gözleri sayesinde bu dezavantaj, avantaja dönüşüyor ve bizim göremediğimiz hayvanları görüp fotoğraflama imkanı buluyoruz.

Akşam kamp alanına vardığımızda bizi büyük bir sürpriz bekliyordu. Hiçbir koruması olmayan kamp alanına her gece sırtlanlar geliyormuş! Rehberimiz korunmak için ödevlerimizi verdi. 21.00’da çadırlara girilecek, sabah 06.00’ya kadar tuvalet dahil çadırdan çıkılmayacak, çadıra yemek sokulmayacak, ışık yakılmayacak, ses çıkarılmayacak… öyle de oldu. Uğuldamalar inanılmaz, hele de çadırın hemen dışındayken… çok ilginç bir deneyimdi ve bu deneyimi dört gece yaşadığımız düşünülürse daha da heyecanlı bir boyut alıyordu. Kampta elektrik yok, ısıtıcı yok, bu da soğuk duş anlamına geliyor. Parmağını soğuğa sokamayan ben mecburen bunu da yaşadı tabii… Tuvaletlerde bile demir korumalar var hayvanlardan korunmak için. Sabah kalktığımızda çöp kovalarının içindekiler yerlerdeydi, sırtlanlar epey çalışmışlar akşam… Çadıra saldırırlarsa bağırın diyorlar, “duyarlarsa” ve tabii cesaret ederlerse yardıma gelirmiş arabalarda uyuyan rehberler… Kara sinekler hariç, sineklerin çok da rahatsız ettiğini söyleyemeyeceğim. Kampın etrafında mavi bezlerin asılı olduğunu görüyoruz. Çeçe sinekleri meğer maviye gelirmiş. Bu bezleri de ilaçlıyorlarmış ki kampta kalanlara zarar vermesinler. Ahçımızın yemekleri fena değil… Ama yapılışlarını görmemek kaydıyla. Ne bulduysa yedim 🙂 Özellikle salatalık çorbası muhteşemdi…

Gelelim safariye… Günün büyük bir bölümü jeepin tepesinde geçiyor. Kahvaltı öncesi gün ağarmadan ilk tur, dön11165118_10206913957270384_6231901731254229117_o kahvaltı, çık ikinci tur, dön öğlen yemeği, 18.30’a kadar üçüncü tur… Beş büyükler, dördüncü gün sonu itibariyle dördü görüldü. Beş büyükler ne derseniz fil, erkek aslan, bufalo, leopar ve gergedan. Gergedan hariç işlem tamam! Filler ve zürafalar ise her tarafta… Öyle güzel deneyimler yaşadık ki… Yavru filleri annesinden süt emerken gördük mesela. Zürafaların boynuzu varsa erkek yoksa dişi olduğunu… Ayaklarını diğer dört ayaklı hayvanlardan farklı attıklarını… Bufaloların boynuzlarına bakıp erkek ya da dişi olarak ayırabiliyoruz artık… Dişi aslanı, evet altısı bile aynı yerde gördüğümüz oldu. Ama erkek aslan bulmamız bizi biraz yordu. İlk gördüğümüz leopar ağacın üzerinde siesta yapıyordu, nasıl da güzeller… Öylesine hareketsiz, öylesine gizli ki… Hipopotamlar 2,5 ton ağırlıklarıyla önümüzden koşarken nasıl da sevimli gözüküyorlar, oysa ki nasıl da tehlikeliymişler. Yeni yeni de birçok hayvanla tanıştık mesela dikdik! Küçücük boyuna bakıp “Daha ne kadar büyüyor?” dediğimizde “İşte bu kadar!” yanıtını aldık. Yırtıcı kuşlar nasıl da heybetli salınıyorlar gökyüzünde… 500’ün üzerinde kuş çeşidi varmış… Görebileceğiniz her renk bu kuşların tüylerinde gizli…

11226576_10206912896483865_5406307411072752618_oDoğayı da ihmal etmeyelim. Dolunayı yaşamak, hayatımda ilk defa zifiri karanlığı aydınlatan binlerce yıldızı birarada görebilmek ve samanyoluna tanık olabilmek… Başını indirmek istemeden dakikalarca gökyüzüne bakmak… Diyor ki sanki, “Boşver akşam gelecek hayvanları al uyku tulumlarını burada beni izleyerek uyu!”…

Kamp alanına yakın bir alanda müzemsi bir tanıtım alanı yaratılmış. Asıl amacımız fotoğraf makinelerimizin pillerini şarj etmek olsa da yaklaşık iki saatimizi buraya ayırdık. Edindiğimiz bilgiler çok değerliydi. Serengeti’nin 15.000km2 olduğunu, 350’nin üzerinde toynaklı hayvan çeşidinin olduğunu, göç yolunun inanılmaz döngüsünün yıl boyunca devam ettiğini, yangınların bile verimliliği sağlamak adına bilinçli bir şekilde çıkarıldığını öğrendik mesela. Türkiye’de yürüdüğünüz yerlerde kediler gezinirken burada hyrax lar size eşlik ediyor. Ya da taşın tepesinden rengarenk görüntüsüyle agama kertenkelesi başını yukarı aşağı sallayarak “burası benim alanım”ın mesajını veriyor geçenlere…

Kopje denilen volkanik oluşumlar Serengeti’nin birçok noktasında mevcut. Altı ince yukarı doğru genişleyen yapısıyla ilginçler… Bu dev taşların ayakta durması için yerin altında kalan bölümünün oldukça geniş olması gerektiği söyleniyor. Bu alan özellikle aslanlar ve leoparlar için bulunmaz bir yer… Dev termit yuvalarının içerisindeki hayat inanılmaz… Tek amaçları koloninin varoluşu için çalışmak… İçerisinde yaşayan farklı türlerdeki termitler, toprak altı ve üstüne uzanan kast yapısı, içerde yaşayan binlerce termit ve bir ana kraliçe… Her 3 sn de bir yumurta bıraktığı düşünüldüğünde, 25-30 yaşına kadar on milyonlarca yumurta üretebilmesi anlamına geliyor.

Heyecanlı şeyler de başımıza gelmedi değil… Kampta geçirdiğimiz gecelerden birinde daha yemeğimizi bitirmeden11078162_10206913945510090_9176199451052381293_o sırtlanların uğuldamasıyla bir eğriti olduk ve yemeği hızlıca tamamlamak zorunda kaldık. Dışarı çıktığımızda çalıların arasından bir sırtlan bize bakıyordu. Feneri tutunca hızla kaçmaya başladı. Elimizde ışık olmasa bir metre ötemizi göremediğimiz kamp alanında, bayanlar tuvaletinin önünde bir sırtlan daha bize merhaba deyince erkekler tuvaleti karmaya döndü. Geceyi aslan, domuz ve sırtlan sesleri ile tamamladık. Akşam yağan yağmura karşılık sabah sırtlanların çadırımızın yarım metre mesafedeki ayak izlerini görmek oldukça heyecan vericiydi bu arada. Sabah kahvaltıda 5-10m ilerimizdeki zürafalar da bizimle birlikte ilk öğünlerini koparıyorlardı dallardan… İlginç haberler de gelmiyor değil… Yakındaki kampın yemek yenilen alanına aslanlar gelerek camlarındaki telleri oldukça zorlamışlar. Kapılar hapishane gibi, pencereler tellerde korunuyor. Hayvanların girme ihtimaline karşılık kapıları kapatmadan yemek alanına geçmemek gerekiyor. Şaka gibi gelse de asıl bizim onların doğasında olduğumuz ve her an tehlikede olduğumuz yadsınamaz.

11202881_10206913945310085_5308481239645841386_oGünlük safarilerden birinde yönümüzü biraz değiştirerek hipopotamların olduğu göle gittik. Yüzlercesi burada vakit geçiriyorlar. 2500 kg’lık hayvanları sesleri, ağızlarını açtıklarındaki ihtişamları, sevimli ama bir o kadar da tehlikeleri ile öylesine ilgi çekici ki…

Her şeyin küçüğü güzel derler ya… Doğru aslında… Gördüğümüz yavru aslanlar sırt üstü yatmış annelerinden süt emerlerken ya da minik fil devasa annesinin memesini kovalarken, küçük leopar annesinin peşinden kopjeye tırmanırken nasıl da sevimli görünüyorlar…

10668881_10206913917909400_6256707624321542200_oSerengeti’de son gecemizde inanılmaz bir deneyim yaşadık. Bir gece evvel yan kampa aslanlar girdikten ve bunun dedikodusu yayılınca tüm kamp 21.30 civarı çadırlara çekildi. Gece 12 civarı bir çıtırtı ile uyandık. Çadırın ufak penceresinden kampın girişinde büyük karaltılar görmeye başladık. Kısa bir süre içinde filler çadırlarımıza doğru ilerlemeye başladı. Nefesimiz kesildi, çünkü yaklaşık 4-5 m mesafede yürümeye devam ediyorlardı. Ne yapacağını bilememek ne de kötüymüş. Çadıra adımını basması an meselesi iken ışık mı açmalı, ses mi çıkartmalı, kaçmalı mı soruları dönüyordu zihnimizde… Çadırın fermuarını hafif aralamanın sesiyle filler durdu, kulaklarını iyice yana doğru açıp bir dinledi, ayaklarını toprağa sürtmeye başladı, iki fil kafa kafaya verdi artık ne konuştular bilmiyorum ama sola doğru gidip daha rahat bir alandan çadırların arkasına doğru geçmeyi tercih ettiler sonrasında. Korku bu olsa gerek…

11289556_10206913953310285_2561244438773484791_oSabah 04.30’ta uyanıp çantalarımızı hazırladık. Gecenin korkusuyla tüm kamp daha gün doğmadan ayaklanmıştı. Ngorongoro öncesi sabahın erken saatlerinde Serengeti’de son safari turumuzu yaptık. İki leopar daha görebilmek için yarım saat kadar araçlarda onların görünmesini sessizce beklemek zorunda kaldık. Bazı özel hayvanları görebilmek için sabırlı olmak önemliymiş meğer… Ve evet göçe de tanık olduk… Yüzlerce hayvan eşliğinde Serengeti’ye veda ettik.

En ilginç deneyimlerden biri de Maasai11267545_10206966637467356_1622361832357676372_o köyü ziyaretimiz oldu. Geleneksel seremonileri ile karşıladılar bizi. 3-4 sese çıkan şarkıları, üflenen sur, sopasıyla kabile resinin oğlu karşıladı, giriş için izin alındı, paraları ödendi. Zıplayan bu insanlar ile tüylerimiz diken diken oldu. İlk erkekler başladı. Sonra kadınlardan biri boynuma geleneksel kolyelerini taktı, elimden tuttu ve ortalarına aldı. Birlikte zıplamaya başladık belli bir tempo ile. “Ne acayip bir deneyim yaşıyorum; ben neredeyim? Kimin elini tutuyorum?”

Köyün etrafı, çalılardan yapılmış basit bir çitle çevrili… Çitin kenarına evleri dizili, ortada da geniş bir avlu hakim. İçeri girdiğimizde bu avluda yine kadınlar ve erkekler ayrılarak geleneksel danslarına devam ediyorlar. Erkekler zıplamaya başlıyor bu sefer. Avlanmak için önemli olan bu hareket, aynı zamanda gücü temsil ediyor. En yukarı zıplayabilmek önemli anlayacağınız…

Evlerinden birini ziyaret etmemize izin veriyorlar. Labirent gibi bir giriş yapmışlar, başınızı eğmeden geçmeniz 11218554_10206966637747363_9078425538562958214_omümkün değil. Dar koridor, alçak tavan… Çalılar ve hayvan dışkısından yapıldığını öğrendiğimiz evler oldukça karanlık. Ev dediğimiz şey aslında bir oda. Duvar tarafına doğru iki bölüm yapılmış. Öğrendiğimize göre bu alanlardan birinde anne baba, diğerinde çocuklar yatıyormuş, altına serdikleri ise hayvan derisi tabii…

Çıktığımızda istediğimiz herşeyi fotoğraflayabileceğimiz söyleniyor. Fotoğraflanacak o kadar çok şey var ki… Geleneksel olarak kulak memelerini kesen Maasailer, bu kesiği yerleştirdikleri tahta parçası ile de genişletiyorlarmış. Halk mavi ve kırmızı ağırlıklı renklerin hakim olduğu elbiseleri içerisindeler. Boyunlarında boncuklardan işlenmiş kolyeler taşıyorlar. Bunlara ilaveten yine renkli boncuklardan yapılmış bilezikler ve halhallar kadınların kıyafetlerine renk katıyorlar. Kadınların arasında sırtında çocuklarını taşıyanlardan bazıları zaten çocuk ama anne… Çok eşli bir hayatları varmış, 9 eşe kadar çıkılabildiği söyleniyor. Kimisinin ayakları çıplak, kimisinde sandalet var. Bu sandaletlerin özelliği araç lastiğinden yapılmış olmaları enteresan. Ellerinde efsanevi sopalarını taşıyorlar. Hepsinin kafaları sıfır numara tıraş edilmiş durumda…

11244734_10206966640827440_8068548003506772403_oÇocuklar muhteşem. Biri oturmuş elindeki sopayı vura vura bir şarkı mırıldanıyor. İki tanesi küçük küçük birbirleriyle atışıyorlar. Bir diğeri elini sallayarak beni yanına çağırıyor. Birlikte fotoğraf çektiriyoruz. Annesi uzaktan bize gülümsüyor. İçimde yarattıkları enteresan sevgiyi kelimelere sığdıramıyorum…

Orta avluda kendi yaptıkları tahta oyma süs eşyaları ve takılar sergileniyor, almaksa sizin tercihinize kalmış… Köyden ayrılırken hepimiz birbirimize anlamsız anlamsız bakıyorduk. Zamanın içinde, zamansız insanlar… Maasailer… Ve biz onlarlaydık az önce… Bunu da diğer “normal!” şeyler gibi karşılamak zor geliyor hepimize…

Bir diğer kabilede de Asabiler. Onlar daha da ilkeller. Giyinmiyorlar, barınmıyorlar ağaç diplerinde uyuyorlar. Avladıkları hayvanlarla besleniyorlar. Babun dahil, kuş vb ne avlarlarsa onu yiyorlar. İyi ok kullanıyorlar. Sektirme ihtimalleri yok, varsa da o kişide sorun var anlamına geliyor.

Hediyelik eşya konusuna gelince dünyanın en pahalı şehri herhalde… bir magnet 10$ desem yeterli olur sanırım. Ne ararsan var, paran varsa… Yüksüğünden, el çizimi tablolara, çantadan, günlük kullanılabilecek her türlü eşyaya… Unutmaman gereken alacaklarını seç, kasaya gel, %40’a kadar indir, sonra satın al…

11357157_10206912937284885_6066835409211804452_o

Krater gölü manzaralı yaklaşık 2000 m.’lerdeki Ngorongoro kamp alanındayız. Dağın en üst noktası yaklaşık 2500 m. Ertesi gün ineceğimiz krater gölü de 1800 m’lerde. Yemyeşil çimlerle kaplı, sis ilerdeki otellerin üzerine akıyor sanki. Görüntü öylesine mistik ki… Etkilenmemek mümkün değil… Çadırlar yine kuruluyor sıra sıra. Bu akşam korunmamız gereken hayvanlar bufalolar. Kesinlikle kendinizi göstermeyin deniyor. İnsan görürlerse saldırıyorlarmış. Güneş gittikçe hava iyice soğumaya başlıyor. Artık kat kat giyinme zamanı… Kamp ateşi dışarda yanarken, yemekler yeniyor. Çok da geç olmadan çadırlarda olmak lazım, malum akşam misafirleri gelebilir.

Sorunsuz geçen bir gecenin ardından sabah çadırlar toplanıyor ve Ngorongoro kraterindeyiz. Krater 20 km ye 15 km gibi bir büyüklükte hayal edilebilir. Bu sefer 5 büyüklerin sonuncusu olan ve daha önce göremediğimiz gergedanın peşindeyiz. Hedef özellikle az sayıda olan siyah gergedanı bulabilmek ve tabii ki bulduk. Hipopotamların olduğu göl, önündeki ağacı ile muhteşem bir manzara eşliğinde lunch box şeklinde öğle yemeklerimizi yemeyi planlıyoruz. Tek uyarı ağaçta duran ve sonradan adının Kite olduğunu öğrendiğimiz kuşların yemeklerimizi alabileceği yönünde. Neredeyse kutunun içinde yemeğimi yerken kuşun daldan havalandığını görünce arkadaşlarımı uyarmama karşılık biri duymadı ve tek hamlede elindeki tavuğu kaptı. Allahım her yer ayrı bir heyecan…

10982834_10206966643867516_4189345880516182934_oDönüş yolunda hediyelik eşyacılardan birinde mola verdik. En büyük hayallerimden biri de burada gerçekleşti. Hep saçlarıma rasta yaptırmak istemişimdir! Aracımızı park ettiğimiz alanda kadınlı erkekli bir grup sohbet ediyordu. Onlarla konuştuğumuzda biri bana rasta yapmayı kabul etti. İki bayan yaklaşık 40 dk süren hummalı çalışmaları sonucunda bana farklı bir görüntü kazandırmayı başardılar. Onca siyahi insanın arasında rastanın sarı saçta nasıl durduğunu görmek onların da ilgisini çekmiş olmalı ki, hepsinin bana bakarkenki gülümseyen gözleri mutluluk saçıyordu.

Mosquito Village’e dönüş yolunda Kilimanjaro Dağı 5895 m yüksekliği ve muhteşem heybetiyle karşımızda…11109546_10206912939084930_3066309410049315815_o Fotoğraflamak üzere yol kenarında durduğumuz yerde onlarca çocuk var. Tanzanya’nın bakmaya doyamadığın güzelliklerinden biri de ne derseniz, o da çocukları… Birimiz dağı fotoğraflarken ben de bir yandan çocuklarla fotoğraf çektirme derdine düştüm. Yanlarına gittiğimde hepsi kahkahalarla kaçışmaya başladı. Sadece bir tanesi ayrılmadı yanımdan, eğri büğrü dişlerinin arasından sunduğu eşsiz gülümsemesi ile kıpırdamadan yanımda duruyordu ışıl ışıl… Sonradan öğrendim ki kaçışmalarının bir nedeni varmış, yetim çocuklar neşeli görünmelerine karşın hala hayata güvensizler…

Akşam ilk kaldığımız kamp alanındayız. İkinci geliş olunca biraz daha rahatız ama içimizde tatlı bir huzursuzluk… Dönüşün hüznü mü desem, yaşanmışların heyecanımı ayırt edemiyorum. Birkaç bira, muhabbet derken, örümcek ve sinekler bu gecenin minik misafirleri… İlerden gelen alışıldık sırtlan sesini saymazsak tabii…

11168015_10206912935524841_6223587021693032220_nSabah ilk istikamet şehrin sokaklarında walking safari. İnsanlarla iç içe olmak da ayı bir keyif… Çiçeklerden bahsediyor rehberimiz… Bereketinden, hangi hastalıklara iyi geldiğinden… Pirinç tarlalarını geziyoruz sonra. Sulak alana nasıl ekildikleri, işlenmesinin güçlükleri nedeniyle fiyatının neden pahalı olduğundan… Yol boyunca oranın taksisi diye tanımlayabileceğim tuktuklar yol boyunca geziniyor. Rengarenk duruşlarıyla çok sevimliler. Motorsikletliler ve bisikletliler her yerde. Müslüman ve Hristiyan halk bir arada. Günlerden Pazar olunca herkes en şık kıyafetlerini giymiş, ellerinde kutsal kitapları kiliseye gidiyorlar. Biz de onlarla beraber yürümeye devam. Pazar yerindeyiz. Sebze ve meyveler en taze halleriyle karşımızda. Pazarcılar genellikle bayan. 32 çeşit muz yetiştiriyorlarmış. Bamya orada da bamia. Bazı kelimelerimiz bunun gibi ortak dillerimizde. Baba, pilav, çay mesela. Herkes birbirini selamlıyor geçerken. Otantik kıyafetleri giymezsek olmaz! Biz de bir bayan bir erkek versiyonlarını deneyelim dedik. Ve üst baş, ayakkabı, takılar, mızraklar derken, saçlar da rasta zaten, olduk Maasaili 🙂 Kısa molamızda muz şarabını tattık. Fermante ederlerken öğüterek kattıkları bazı bitkiler likörün üzerinde ince bir hat oluşturuyor. Bu nedenle üfleyerek içmek gerekiyormuş dudaklarımızda bıyık olmasın diye… Güzel mi derseniz, yorum yapmayayım şimdi, damak bu kişiden kişiye değişiyor 🙂 Muz tarlalarında muz ağaçlarının dev yaprakları arasında gezinti sırasında neler neler öğrendik. Muz ağacındaki çiçeklerin en fazla iki kere açtığını, yanlarında uzayan ağaçların muz ağaçlarına gölge yapmaması için zarar verilmeden budandığını, düşen yaprakların ya da kabukların doğaya karışma sürecini kendileri yapması gerektiğinden ve doğal olmayan hiçbir şey kullanılmadığından asla toplanmadığını mesela.

Son safari alanımız Tarangire National Park. İsviçre’nin korumasında olan bir park… Bu alan bizim gittiğimiz mevsim itibariyle biraz fazla yeşil. Bu nedenle de boyları kısa olan hayvanları görmemiz oldukça güç oldu. Çeçe sinekleri de aracımızı basınca daha da güzel bir hal aldı. Yine olabildiğince hayvanı fotoğraflamamızın ardından öğle yemeği için mola verdik. Burada bu sefer de maymunlar yemeklerimizin peşindeydi. İlk boş anında hırsız maymunlar masada eşlik etmeye başlıyor. Hatta en komiği karşılarına geçip komik hareketler yaptığında seni taklit edebilecek kadar da şımarıklar 🙂 Sonra bir baktık, bir anda hepsi toplanıp yok oldular. Rehberimiz yakınlarda bir yere aslan geldiği için kaçtıklarını, tehlike yaşamamamız adına korunaklardan uzak durmamız konusunda bizi uyardı. Akşam Arusha’da gezinin ilk gecesini geçirdiğimiz otelde biraz içki biraz yemek derken uçak zamanına kadar vakit geçirdik. Sonrası malum Kilimanjaro Havaalanı’nda geçen zamanın ardından İstanbul…

Neler mi deneyimledim?

-Çadırın hemen dışında sırtlanlar gezinirken uyamaya çalışmayı…

-Ölüm ile yaşam arasında ilginç bir dengenin nasıl bir şey olduğunu…

-Hayvanların göçlerine tanık olmayı…

-Zürafa, fil, aslan ya da çitaya elini uzatsan dokunacağın mesafede olabilmeyi…

-İlk defa çadırda uyumanın keyfini ve zorluklarını bir arada yaşayabilmeyi…

-Doğanın ortasında, zifiri karanlıkta samanyolu ve binlerce yıldızı bir arada görebilmenin romantizmini yaşamayı…

-Maymunlar ve farelerle aynı sofrada yemek yiyebilmeyi…

-Muz şarabını tatmayı, salatalık çorbasının ne kadar güzel olabileceğini görmeyi…

-Maasai kabilesinin kadınları ile dans etmeyi, çocuklarını sevebilmeyi…

-Saçlarıma rasta yaptırmayı… Masailer gibi giyinip, onlar gibi süslenmeyi…

11182087_10206796977825971_1381884027596233051_n

Evet doğanın bir dengesi var derler ya doğruymuş… Döngü; yemek, üreme, korunma ve güce odaklı. Sürekli bir sirkülasyon hakim… Herşey birbirine faydalı, herşey birbirine zararlı… Güç her yerde… Dinginlik ve aksiyon birbirini tamamlıyor, savaş ve barış gibi…

Bir öze dönüş tatiliydi bu tatil… Anın peşinden koşarak bir kareye sığdırılmaya çalışılan… Her saniyenin keyifle hatırlandığı, geriye hep gülümsemeyi bırakan…

Daha çok fotoğraf için… Foto… Foto…

“Ne kadar bütçe ayırmam gerekir?” diye düşünüyorsanız “Safari yapmak için ne kadar bütçe ayırmak gerekir?” yazımı okuyabilirsiniz…

Facebooktwittergoogle_pluslinkedin

Benzer yazılar

“Özü Buluş Tatili: Tanzanya!” İçin 7 Yorum Var

  1. Samed Aslan

    Merhaba, öncelikle yararlı ve eğlenceli yazınız için teşekkürler. Benim de benzer bir deneyim yaşamama yalnızca günler kaldı. Sarı humma aşısı tamam; fakat sıtma için verdikleri doksisiklini duyuduğum bazı yan etkilerinden dolayı kullanıp kullanmamakta kararsızım. Ayrıca kullanılsa bile sıtmaya yakalanma riski olması da cabası. İlaçlarla ilgili bir problem yaşadınız mı? Ve etrafınızda kullanmayan var mıydı?

    1. buse

      Samed Bey merhabalar… Yazım umarım giderayak sizi heyecanlandırmıştır 🙂 Eminim çok keyifli geçecek yaşayacağınız deneyim!
      İlaç konusuna gelince biz aksatmadan içtik ilaçlarımızı ve herhangi bir yan etki yaşamadık. Safari aracından gezerken -özellikle bir gün- ciddi bir sinek akınına rastladık, kotun üzerinden bile ısırıyorlardı. Bu arada aşı karnenizi de yanınızda götürmeyi unutmayın, bize sormadılar ama vize sırasında ciddi inceliyorlar, belki sorabilirler…
      Gittiğinizde fotoğraflarınızı paylaşırsanız, ben de bir kere daha gitmiş gibi olurum. Keyifle kalın 🙂

      1. Samed Aslan

        Tekrar merhaba!! Gitmeden önce sizinki gibi onlarca gezi yazısı okudum ve hazırlık sürecinde inanılmaz yardımcı oldular bana. Ben de döndüğümde benden sonrakilere belki bir ilham veririm diye gezilerimi yazıya dökmeye karar verdim. Nacizhane yazım ve fotoğraflarım burada : http://vetanrisametiyaratti.blogspot.com.tr/p/blog-page.html Bakın bakalım Tanzanya değişmiş mi :))
        Saygılarımla

  2. Oğulcan

    Merhaba!
    Ben de Arusha şehrinde 5 hafta geçirmeyi planlıyordum 🙂 Bu yazı çok işime yarayacak teşekkürler 🙂

    1. buse

      Merhabalar, yazıyı beğenmenize sevindim! Eminim siz de unutulmaz bir deneyim yaşayacaksınız 🙂 Yazıdan daha fazlası için 15 Ocak’ta görüşmek üzere 🙂

  3. Gökmen

    Süper bir deneyim olsa gerek. Okurken insanı alıp oralara götürüyorsunuz. Cesaretinizden ötürü ayrıca tebrikler …

    1. buse

      Yazıyı beğenmenize sevindim! Umarım en kısa zamanda Tanzanya’da yaşamı tatil planlarınıza alıp bu deneyimi bire bir yaşarsınız…

Yorum Yapın

*