Montenegro bizi çağırıyor…

Montenegro bizi çağırıyor...

Balkanlar; ülkemiz turistlerince, genelde ülkeden firar ettikten sonra “hepsini görmeden sakın vatan topraklarına giriş yapma” denilmişçesine geziliyor… Bir gün Saraybosna, koş Ohrid, üç saat Tiran, Budva’da bir denize gir… Hop gördün 5-6 ülke, düzelt instagramda görülen ülke sayısını 12’den 18’e… Neyse bu gördüm mü gördüm anlayışı hiç bana göre değil… Gitmişken doya doya, sokaklarına dala çıka, sevdiğim yere bir kere daha gitme şansım ola ola gezmeliyim ben…

Gelelim Montenegro‘ya… Bu gezi benim için bir başka özeldi… Çünkü Beren’le başbaşaydık ve yeni bir ülke görmenin yanı sıra birlikte kaliteli zaman geçirmek için de bolca zamanımız oldu. Beren küçüklüğünden beri iyi yol arkadaşıdır. Yoruldum’u yoktur, tutturmaları yoktur, sen zorlandığında çözüm odaklıdır. Onun için iyi ki lerime, iyi ki ler ekleyip, döndük Adriyatik kıyılarından…

Podgorica havaalanı kadar küçüğüne az rastlamışımdır. Uçaktan yürüyerek girdiğiniz binada pasaport sırasına ulaşmak 20 metreydi herhalde 🙂 Havalimanından Budva‘ya ulaşmak için 1 saati geçiyor araçta…. Budva yamaç kenarında bir tatil şehri… Etrafı yemyeşil orman… Acı olansa bizdeki TOKİ kavramı orada da Budvalaşma diye geçiyor. Ve bu Budvalaşma çerçevesinde de her yer inşaat… Ve tahmin edeceğiniz üzere Türk inşaat firmaları buradakilere de el atmış durumda… Denize birinci paralelde rezidanslar mevcut ve yenilerinin de temelleri atılıyor; yamaçlardaki yeşil alanların arasında satılık arsa ilanları göze çarpıyor ne yazık ki… Rant peşindeki birçok yer gibi burası da nasibini almak üzere hızlıca tükeniyor. Durum böyle olunca Budva benim hayal ettiğim tatil beldesi görüntüsünde miydi? Tam değildi… Ama henüz bozulmamış güzellikleri de hala içinde barındırırken görmüş olmaksa keyifli…

Montenegro bizi çağırıyor...

Şehrin bütün kıyı şeridinden denize giriliyor mesela… Ne harika öyle değil mi? Büyükada’da yaşıyorum, bu sene bir kere girebildim İstanbul’dan denize, o da arkadaşımızın teknesiyle açıktan… Moda’da doğdum büyüdüm, İstanbul’daki evim İdealtepe sahilde… Moda’dan Tuzla’ya uzanan sahilde denize adım atmadım çocukluğumdan beri, ne acı… Çevreci ruhun kabardı yine diyeceksiniz, böyle şeyler gördükçe üzülüyorum yaşadığım şehir adına, ne yalan söyleyeyim.

Montenegro bizi çağırıyor...

 

Montenegro bizi çağırıyor...Şehrin girişinden kaleye uzanan koy Budva’nın merkezi… kaleden sonra da koy koy devam ediyor sahil şeridi… Eski Budva da denilen kale içi harika… Gündüzü bir başka güzel, gecesi başka…. İçeride cafeler, restaurantlar, hediyelik eşyacılar, dondurmacılar, çeşit çeşit mağazalar var… Köşede piyana çalan birini görmek, akşam canlı performanları izlemek mümkün… Kalenin hemen içinden açılan dar kapıdan geçerseniz kumsal ayağınızın altında… Ve biz de bir gün deniz muhabbetimizi burada yaptık… Serdik örtülerimizi, girdik denize; çıktık, okuduk kitaplarımızı sırtımızda kale suru, önümüzde deniz, mavi… Misss… Başka bir gün deniz için tercihimiz ise Mogren sahili oldu… Şöyle bir rotamız vardı o gün… İlk hedefimiz, bir balerin olarak görmeden edemezdim, Ballet Dancer‘ı… Kaleyi solunuza alarak ilerleyip Mogren Plajı’na giderken falezlerin arasına döşenmiş köprü yoldan ilerlemeniz gerekiyor. Burada da denizin içindeki kayalıklara inşa edilmiş heykel önümüzdeydi zaten… Fotoğraf olarak çok keyifli bir yer; çünkü falezler, heykel, altı Adriyatik, arkası kale… Ne biliim iyi hissettirdi burası bana… Aynı köprü yoldan ilerlediğimizde şehrin içinden yürüyerek ulaşabileceğiniz en iyi plajlardan biri olan Mogren… Ama biz kumsalda mı vakit geçirdik peki? Tabii ki hayır… Plajın iç kesimindeki köprüde ilerlerken suyun aşındırdığı ufak bir mağara bulduk… Herkes dışarda güneşten yanarken biz sweatshirtlerimiz yanımında olsa giyerdik herhalde… Açtık hafiften müziğimizi, kitaplarımızı; çıkardık atıştırmalıklarımızı kargaşadan, sıcaktan uzakta 3-4 saat geçirdik, sohbet muhabbet… İnsansız, başbaşa, sakin ve keyifli daha ne olsun…. Otelimizden eski Budva’ya gitmek için 45 dakikaya yakın yürüyorduk. Gecenin birinde kimse mi rahatsız etmez, hiçbir araba mı durmaz bizim gibi iki güzele (dermişimm 🙂 … Olmadı walla… Nasıl rahatsız olmuşsak İstanbul’da, burada bu medeniyeti görmek şaşırtıyor. Ne acı değil mi, olması gerekenin şaşırtması? Mesela Avrupa’nın birçok yerindeki gibi burada da yaya geçitlerinde arabalar yayaya yol veriyor… İlginç!

Montenegro bizi çağırıyor...

Marinası, açık hava gece kulüpleri akşamları oldukça hareketli… Ama öyle sayısız mekan hayal etmeyin.. 4-5 tane yanyana gece kulübü var… Önlerinde de şık (!) giydirilmiş, müşteri toplayan kızcağızlar, içeride müzik ve içki… Yaş tutmayınca tabii, biz de Beren’le sokakta dans ettik, neyimiz eksik ama… Bir gece yine Kale içinde gezerken yağmur çiselemeye başladı. “Yavaş yavaş otele mi geçsek acaba” diyerek yolu tuttuğumuzda gök gürlemeye başladı. Demeye kalmadı, burnumuzdan su akıyordu artık yürürken…. Sokaklarda dolanan 3-5 kişi kalmıştı, onlardan ikisi de bizdik. Tek fark kaçmıyorduk diğerleri gibi yağmurdan… Deli gibi gök gürlüyor, şimşekler çatırdıyor, ayaklarımız artık suda yüzüyorken biz kahkahalara boğuluyorduk. Otele yaklaştığımda yağmur da delirmişti. Şimşeğin çakmasıyla elektrikler kesildi, havaya baktığımızda gök aydınlanıp şimşeğin kolları öyle bir havayı aydınlattı ki… Beren’le bu gezide yaşadığımız en güzel andı diyebilirim. İkimiz de durup göğe bakıyorduk, sessizce, sırılsıklam kıyafetlerimizin serinliğinde… İyi ki yağdın yağmur Temmuz ayında… Böyle güzel bir an bıraktın bize, çok teşekkürler!

Montenegro bizi çağırıyor...Başka bir gece de… hani bahsettim ya kaleden denize açılan bir geçit var diye… Oradan geçip denize bakalım istedik. Beren “Anne oturup biraz romantik takılalım mı?” dedi. Ay ışında oturduk sonra kumsalda… Yan restoranda çalan müzik eşliğinde uzun uzun konuştuk… Keyif aldığımız bir başka güzel an da… Şehrin içinde çok keyifli yeşil alanlar var. Kimisi köpeğinin biriken enerjisini attırmak için burada koşturuyor, kimisi de yayılıp keyif yapıyor. Biz de oradan geçerken bir gün çok sevmiştik bu parkı… Başka bir gün kaptık kitaplarımızı, güneş güne veda ederken, dayadık sırtımızı bir ağaca hem onun güzel enerjisini kaptık, hem de kendimizi kendimizle ödülendirdik. Geri getiremeyeceğimiz ama güzel anlar biriktirdiğimizden o kadar mutluyum ki…

Montenegro bizi çağırıyor...

Budva denince ilk akla gelen yer olan Sveti Stefan kartpostallardan hatırladığımız güzellikte bir yer… 15.yy da balıkçı köyü olarak kurulmuş olan bu yarımada bugün bir butik otel tarafından işletilen özel mülk konumunda… Bu  nedenle içini gezmek ne yazık ki mümkün değil… Hollywood yıldızları dahil birçok ünlü insanın misafir edildiği söyleniyor. Adaya uzanan köprünün bir tarafı adadaki misafirlere, diğer yüzü ise halka açık plaj… Budva’ya 15 dk araç mesafesinde burası… Ve Adaya girmenin tek yolu ya bu otelde kalmak ya da içindeki bir restaurantta yemek yemek olduğundan bir fotoğraf molası kadar tadını çıkartabildik ancak…

Montenegro bizi çağırıyor...

Sveti Djordje (St.George Adası) ve Lady of the Rocks da Montenegro denilince fotoğraflardan en çok tanınan yerlerden… Lady of Rock bir kilise adası, ufak bir bedelle tekneler kalkıyor adaya… St George Adası’nda manastır olmasından dolayı gitmek mümkün değil… Biz de tam karşılarındaki plajda denize girdik, bu keyifli manzaralara karşı…

Montenegro bizi çağırıyor...Bir tam günümüzü ve başka bir gecemizi de Kotor‘a ayırdık… UNESCO dünya mirası listesindeki Stari Grad‘ın sokaklarında kaybolana kadar gezdik tabii… Kalenin içi gez gez bitmeyen türden… Kilise içinde çocuk korosunu dinledik, kaldırımlarda oturup gelen geçeni izledik, surlara doğru tırmanıp yukarıdan manzaranın tadını çıkarttık birlikte… Dar sokaklarında nereye çıkacağını bilmeden zaman geçirmek de oldukça keyifliydi… Yine Budva kale içi gibi, burası da mağazalarla ve restoranlarla çevrili ama daha fazla 🙂 Tarihi dokuyu bu kadar korumuş olmaları da hoş tabii.. Ne kadar önemliyse(!) Avrupa’nın en uzun balkonu da buradaymış bu arada 🙂  Neden söyledim bilmiyorum, aklımda kalmış girince ilk avluda dikkatinizi çekerse beni hatırlarsınız artık 🙂

 

Tivat marinasında da 2-3 saat geçirdik. Burası Montenegro gezimizde bizi en çok şaşırtan yerlerden biri olduğunu söyleyebilirim. Tivat, Podgorica’dan sonra havalimanı bulunan ikinci şehir. Ancak bu havalimanı neredeyse otlarla kaplı alanı ile minicik ve sadece charter seferler ile özel jetleri ağırlayabiliyor. Buradan da anlaşılacağı üzere Tivat ünlülülerin evlerinin de olduğu lüks bir şehir… Porto Montenegro (Marina) içindeki evler, sokaklarının yapısı, fiyatları binlerce euro yu bulan elbiselerin satıldığı mağazalar ile bizim yaşamımızdan çok farklı ve çok fazla sakin bir yer… Beren’le ölmeden belki birkaç yıl evvel buraya taşınabiliriz belki diye kendimizle dalga geçiyorduk 🙂 Yanaşan yatları anlatmama gerek yok herhalde… Yatın git gellerini yapan teknelerini bize verseler yeter deyim, gerisini siz anlayın 🙂

Montenegro bizi çağırıyor...

Ve en hoşuma giden yerlerden biri ise Herceg Novi… Dubrovnik ile Hırvatistan’a sınır şehri konumda harika bir yer… Aslında Karadağ‘da şehir dediğimiz yerleri bizdeki kasabalar gibi hayal etmek daha doğru olur sanki… Burada da şehrin göbeğindeki halka açık plajdan denize girilebiliyor. Biraz merdiven çıkmayı göze alıp kalesine tırmandığımızdaysa harika bir manzara bizi bekliyordu. Kilisesi, saat kulesi, dar sokakları ve kayboluşlarla içimi ısıtan bir yer oldu Herceg Novi…

Montenegro bizi çağırıyor...

Montenegro bizi çağırıyor...Biraz da genel bilgiler size… güzel insanlar yaşıyor ülkede… Açık tenli, uzun ve yapılı… Hem erkek hem kadınları… Yemek konusunda pek önerilecek öyle özel yemekleri yok ne yazık ki… Avrupa Birliği’ne girmesi konuşuluyor ve henüz girmemiş olsalar da euro geçiyor ülkede… Eğer AB üyesi olurlarsa vizeli olacağından bir an önce gidip görülesi yerlerden…  Casino meraklıları da buraya tercih edenlerden… Ve Rus/Türk turistler ağırlıkta…

Ülkenin tamamını tek yazıda anlatmak istedim bu sefer… Sanki hepsi ayrılmaz bir parça gibi hissettirdi bana çünkü Karadağ… Evet, benim için özel bir gezi oldu; çünkü Berenimle başbaşa olmak… Hayaller kurduk, hedefler belirledik… Araya sıkışan konuları uzun uzun konuşma fırsatı yakaladık… Birbirimizin tadını çıkardık doyasıya…  Gezilen yerler bahane, önemli olan kalan “an”lar, anılar… Montenegro da benim için güzel bir anı bıraktı…

Umarım Beren’im, senin kalbin de aynı hislerle atıyordur!

 

Bu yazı ilginizi çektiyse bunu da okumak isteyebilirsiniz;

“Saraybosna’nın Yeşil Kalbi… Vrelo Bosne Parkı…”

“Bir kurtuluş hikayesi… Umut Tüneli!”

“Mavi ve yeşilin Blagaj’daki aşkı…” 

“Taştan Kent… Poçitel…”

“Kızım büyüyor…”

Facebooktwittergoogle_pluslinkedin

Benzer yazılar

Yorum Yapın

*