TransMysia’da kalan günler… Gözlemlerim…

3. Gün: Maksempınar – Akçalar

TransMysia'da kalan günler... Gözlemlerim...

Gece soğuk gerçekten zorladı. Dedikleri gibi çiğ yağdı, çadırın içi bile ıslaktı. İçlik, polar vs hak getire, içim dondu. Erken saatlerde ayaktaydık. Çiftliğin sahipleri de akşam dedikleri gibi 8:00 gibi geldiler. Altı erkek ve biz açma, simit, taze ekmek, yumurta, domates, pekmezden oluşan mükellef bir kahvaltı yaptık. Sohbet sırasında daha önce altmış kişilik bisiklet grubunun buraya geldiklerini gördüklerini ama daha önce hiç yürüyene denk gelmediklerini söylediler, pek bilindik bir trekking parkuru olmadığını biliyorum da yol üstündeki insanların da bi’ haber olması ilginç geliyor. Sofra muhabetinin ardına dün akşam bizi buraya yönlendiren amca da eşiyle çıka geldi. Biz çantanın son hazırlıklarını yaparken uzaktan amcanın “Dün bunları saçları başları darmadağın benim arazinin önünde buldum” demesi beni güldürdü… Saçları başları darmadağın, bir de o özel mülk dediğim arazi de meğer onun olduğu bilgisi… hayat ne garip… Bir yandan da oradakileri azarlıyordu, neden kulübede yatmadılar da çadırda yattılar diye… iyi insanların varlığını hissetmek ne güzel…

Bugünkü rotamız TransMysia’nın T5 parkurunu tamamlamak. T6 rotası uzun olduğundan ve ayaklarımla boynum beni zorladığından ikisini birleştirmeyi düşünmüyoruz bugün, onların da dinlenmeye ihtiyacı var.

Maksempınar’dan ayrılıp ormanlık yola girerken sağda o dünden beri ulaşamadığımız meşhur Maksempınar Piknik Alanı’nı gördük. Dün yürüseymişiz günü batıracakmışız gerçekten buraya varana kadar. Ve kameriyelerin altında hep masalar olduğundan korunağımız da olmayacağından epey de üşüyecekmişiz. Ve ne yazık ki birçok yer gibi burası da pislik içindeydi… İyi ki orada kalmak için daha da çabalamamışız…

Eğer hızlı gelip Maksempınar’ı yürürken geçersek, Yangın Gözlem Evi’nin yanına da kamp atabileceğimiz söylenmişti. Manzarasının güzelliğinden ve yürüyüşçüler için hazırladıkları bir banktan bahsetmişlerdi. Ama ne manzara ne de o bankı görebildik. Açıkçası gelmeden önce aldığımız notlar, bize aktarılanlar yer yer tutmadıkça insan üzülüyor ama aşırı beklenti ile gelmediğime de şükrediyorum. Yolda her şey yolunu buluyor bir şekilde… Güzel bir yol burası, doğanın içinde olduğunu hissediyor insan. Çobanlar hayvanlarını otlatıyor, yeşille mavi gökyüzü birleşiyor. Tabelalandırma da nispeten diğer parkurlara göre iyi. T5’in ilk bölümü epey bir tırmanışla geçti yine. Yorucu evet ama yükseldikçe manzaralar da bir o kadar güzel oluyor tabii… Sonrasında mıcır-toprak karışımı bir yoldan sıkı bir iniş bizi bekliyordu zeytinliklerin arasında. Yol boyunca gördüğümüz iki çeşmeden biri akıyordu bugün.

TransMysia'da kalan günler... Gözlemlerim...

Zeytin ağaçlarından birinin altında mola verdik günün kahvaltısı için. Biraz uzun bir mola oldu, çünkü botlarımı çıkardığımda ayak parmaklarımdan birinin mutasyon geçirdiğini gördüm. Etti iki, ama bu bir başkalaşmıştı diğerine göre. Antiseptik, patlatma, pomat, steril kapama ile güzelce bir bakım yaptım. Bizim günlük hayattaki su toplamalarımızdan başka bir boyutmuş uzun yürüyüşlerdeki ayak hasarları, tanıklık etmesem iyiydi ama o da deneyim oldu ne diyim. Hem döndüğümde gittiğim doktordan bu süreçte mikrop kaptırmadığımı öğrenince kendimi bi’ tebrik de ettim 🙂

Batonumun parçaları tek tek beni bırakmaya başladı. Önce yere değen plastiği, sonra sıkıştırıcı aparatı düştü yolda. Bakalım belki yedek parçasını bulurum dönüşte. Dünkü o dikenli dallar arası geçişte montum yırtılmış ona da üzülmedim değil, bu zamanda yerine koymak birşeyleri zor oluyor ne yazık ki… Yolda meyve ağaçları arasından Akçalar’a indik. Maksempınar’da konuşurken Akçalar için orası köy değil de mahalle olarak geçiyor demişlerdi. Yine camii ve yanında kahveler var. Evet kahve değil, kahveler… Yine tüm girdiğimiz kahvelerde olduğu gibi tek kadınız burada da… Kahvedeki ağabey siparişimizi aldıktan sonra bir baktım masaya mis gibi kokan fesleğen dalı bırakıyor, hiç bir şey söylemeden ve uzaklaşıyor. Sevgi dili nasıl değişiyor insandan insana değil mi? Biz teşekkür bile edemeden uzaklaşan ağabeyin çiçeği bunları yazarken bile yanımda oysa…

Boyun omurlarımın üstüste sıralanması için belli bir zamana ihtiyacım oluyor her molada. Uzunca bir süre burada dinlendikten sonra kalabileceğimiz bir yer olup olmadığını sorduk. Nispeten geçtiğimiz yerlere göre büyük bir yer olduğundan belki bir pansiyon bulur, duş alıp temizleniriz hem de yorgunluğu biraz hafifletiriz dedik yarın daha uzun bir yol yürüyeceğimiz için. Ama ne pansiyon ne de çadır için yer yokmuş. En yakın Başköy’de bulabilirsiniz dediler, mecbur 5 km gibi bir yol bizi bekliyor. Hava güzel bugün. Mahallenin içinden Başköy’e doğru yolu tutmuşken sağda Belediye’nin binasını gördük. Arkadaşım şakayla sorsak bize yatacak yer verirler mi dedi. Eski İletişimci olarak dedim yok mu buranın halkla ilişkileri ya da muhtarı soralım tabii. Arkadaşım şaka yaptım ben; olur mu olmaz mı derken dedim, “Ne kaybederiz?” Tık tık muhtarın kapını çaldım. Muhtar piknik alanı göl kenarında olduğundan oraya çadır atmamızın soğuk nedeniyle uygun olmadığını söyledi. Başka bir yer var mı deyince iki yer gösterdiler. Biri merkeze yakın bir yerde boş bir daire. Binanın ana kapısını açmak için kulbu bile yandaki tüp bayinin dükkanından aldılar, içerisi bomboş rüzgar esen bir daire ve birçok kişi oraya girerken bizi gördü. Zaten iki sırtçantalı kadın pek bir fener gibi parlıyoruz gittiğimiz yerlerde, burası kalmak için hiç güven vermedi. Olmaz deyince, pazar yerinde bir yapı olduğundan bahsettiler. İçi ardiye gibi kullanışmış öncesinde, görevli çocuk olabildiğince boşalttı bizim için. Biz de biraz süpürüp, bozuk jaluzileri tamir edip camı bir şekilde örtmeye çalıştık. İyi ki de kapatabilmişiz çünkü meğer orası insanların tam bir geçiş yeriymiş, içerde ışık gören Garfield gibi burnunu dayıyor cama. Ama güzel haber, kilidi vardı kapısının ve içeride pis de olsa bir tuvalet…

TransMysia'da kalan günler... Gözlemlerim...

Çantaları buraya kapatıp ayağıma ilaç, bant vs almak için bir eczane bulduk. Sonra yine bizim kahveye gidip biraz oturduk orada. Ağabey gece yarısına kadar açık olduğunu, bir sorun olursa gelebileceğimizi söyledi. Kaldığımız yer pazar yerinin içinde demiştim ya pazar da ertesi gün kuruluyormuş meğer. Erkenden pazarcılar gelecekmiş, onlar gelmeden çıkalım dedik sabah. Akşamları da otopark olarak kullanıyorlar burayı, anlayacağınız gece boyunca oldukça hareketliydi etrafımız. Akşam biri kapıyı zorladı sonra. “Kimsiniz?”, “Siz kimsiniz?” lerle geçen diyagun ardına “Muhtarın izni ile buradayız” deyince adam gitti. Bu arada gündüz tuvaletin pisliğini görmüştüm ama sınırlarını anlamamışım. Gece ilerleyip her yer kapalı olunca koku beni epey zorladı diyeyim siz anlayın 🙂 Pislik içinde bir yerdi sonuçta, örümcek ağları, tuvaletten gelen muhtemel fare tıkırdamaları eşliğinde harika! bir gece geçirdik 🙂 Çatımızın olması güzeldi tabii ama bulabilseydik güvenli bir yer, çadırda kalmayı tercih ederim. Akşam hem çantayı boşaltmak hem de güçten düşmemek için taşıdıklarımızdan birşeyler atıştırıp -ki hala gün içinde hiçbir şey yemek istemiyorum- ayak bakımımı yaptım ve uyumaya, daha doğrusu sızmaya çalıştım.

Pislik içindeyim, bedenim zorluyor ama uzaktan öyle hemen pes eden birine benziyor muyum?

Günlük yürüyüş mesafesi: 12,12 km.

Hareket saati: 09:15 Varış Saati: 13:15

 

4. Gün: Akçalar – Gölyazı

Gece gerçekten zorlayıcıydı. 6:00 sularında birkaç pazar arabası gelmeye başladı bile… Kaldığımız yerin anahtarını bırakmak için belediyeye gittik erken saatlerde… Ve TransMysia’nın son parkuru olan T6’ya, Akçalar’da yer alan fabrikanın işçilerinin giriş saatlerinde, onlarla birlikte güne başladık.

Mahalleden çıkıp kırsala doğru yürürken fabrikaya işçi getiren bir minibüs şoförü yolda yanımızda durdurup aracını, eğer istersek belli bir yere kadar bırakabileceğini söyledi. Dedim, “Biz yürüyoruz.” “Nereden geldiniz?” dedi. Misi Köyü’nden beri yürüdüğümüzü duyunca gözleri far görmüş tavşan gibi açıldı. “Aferin beee!” deyip uzaklaştı sonra…

TransMysia'da kalan günler... Gözlemlerim...Kısa süre içinde tarlalar içinden geçen bir yola girmiştik. Yol boyunca bizi geçen traktörleri izledik, mısırların rüzgardaki hışırtıları ile rüzgarı birleştirdik. Geçen bir motorsikletli adam durup neden bu yoldan Gölyazı’ya doğru gittiğimizi sorguladı. Ne çok başkalarının yaptıklarına karışmayı seven bir milletiz. Günlerdir yol boyunca yanımızdan geçen arabaların şoförleri ile göz göze gelmemek için çaba içindeyim. Sektirmeden neredeyse hepsi ya anlamsız gözlerle bize gözden kaybedene kadar bakıyor ya da sözde&gerçek! ilgiyle durup sohbet etmek istiyor. Hiç olumsuz bir durumla karşılaşmadık ama gereksiz bu merak oldukça rahatsız edici. Yardıma ya da sohbete ihtiyacım olursa destek isteyecek kadar aklım çalışıyor oysa…

Rüzgar öyle arttı ki bir ara sırtımda artı kilolar olmasına karşılık beni yana yana ötelemeye çalışıyordu. Ayaklarımın acısından bugünkü hızımız diğer günlere göre düşük. Ama erkenden yola çıktığımızdan rahatız. Tarlalardan birinin yanında matımızı açıp yine keyifli bir kahvaltı yaptık. Kahvaltılar güzel geçiyor 🙂 İki saatte bir verdiğimiz molalarla da boynumdaki sıkışmayı rahatlatıyordum. Yolun ortalarında uzaktan otoban görünmeye başladı; acaba oradan mı gitmemiz gerekecek, tehlikeli derken, rota bizi bir yan yola verdi iyi de oldu. Sabah biz çıkmadan market açılmadığından az suyumuz vardı ve hala bir su kaynağına rastlamamıştık, Gölyazı’ya kadar da yokmuş… Tabelalandırma buraya kadar iyiydi ama sonrasında bizi zor duruma sokacak kadar sorun yaşayacağımızı henüz öngöremiyorduk.

TransMysia'da kalan günler... Gözlemlerim...Yolun kalan yarısı zeytinlikler içinde başladı. Keyfimiz de yerindeydi. Hatta eğlenceli birkaç müzik açıp şarkı söyleye söyleye ilerliyorduk ki bir yerleşimin yanından geçerken önümüze iri bir köpek çıktı. Yolun ortasına geçmiş geçmemizi istemediğini belirten bir tavırla havlıyordu bize doğru. Hemen ileride bir dişi ve yavrularını gördük. Belli ki ailesini korumaya çalıyordu. Terse dönüp farklı bir yoldan gitmeyi düşündük ama geri döndüğümüzde de farklı bir köpek ki dişi olmalı yavruları etrafında bize havlamaya başladı buradan da geçmeyin diye… kaldık mı ortada! İki taraflı meydan okuyorlardı bize… Yandaki eve doğru seslendim, eminim ki onların besledikleri köpeklerdi, almaları için ama yanıt gelmedi. Cenk malum köpeklerden anlar. Onu görüntülü aradım ne yapmalıyım diye… Dedi, “Bir şekilde alternatif yol bulmalısınız, yanlarından geçemezsiniz”. Hemen elimdeki batonları küçültüp zararsız olduğumuzu anlatmaya çalıştım önce, sonra da evin bahçesine daldık uzaktan farklı bir yol bulma umuduyla. Rotadan şaştık ama bir şekilde uzaktan tekrar rotaya girmekten başka şansımız yoktu o sırada. Özel mülk falan demeden tarlalarına girmek zorunda kaldık. Ve köpek hala uzaktan bize havlarken sahibini de gördüm ama sağolsun diyorum ya bazı insanlar çok duyarsız; ben orada onlara seslenirken, köpeklerini yatıştırmaya çalışırken umrunda bile değilmiş meğer…

TransMysia'da kalan günler... Gözlemlerim...Köpeğin sesi azalıp rotayı bir şekilde bulduğumuzda fark ettim ki ayaklarım açık yara gibi acıyor, o telaşla fark etmemişim. Durup pansumanı yenilemek durumdan kaldım. Günün aksiyonu buymuş derken, zeytinlikler yerini taşlık bir patikaya bıraktı. Arı kovanlarından gelen bir arılarımız eksikti, ufak saldırılarına da karşı geldikten sonra yolun tadı iyice kaçmaya başladı. Tabelalar yine en gerekli yerlerde olmayınca telefondan harita okumamız gerekiyordu. Yine ilk günlerdeki gibi iki koldan haritanın doğru konuma girmesi için uğraşıyorduk ki benim telefonumun ekranı karardı ve açılamadı. Tam zamanında! Kaldık mı tek telefona… Haritada iki alternatifli yol gösteriyordu, ayağımın durumu malum kısa olanı seçelim dedik. Şu yürüyüş boyunca geçtiğim en berbat yerdi. Tek kişi yürüyebileceğimiz son yüzyılda sanki kimsenin geçmediği çalı çırpı, dikenli dallar, yanda sazlıklardan gelen sinekler, böcekler, hatta öyle bir yere geldik ki ağaçlar sanki filmlerdeki radyasyon yüzünden beyazlamış yapraklarla dolu bir yeri geçmemiz gerekti. Bu saçma yer bittiğinde ikimiz de kirece girip çıkmış gibi saçımızın içine kadar bembeyazdık. Kıyafetlerimiz, çantanın dışındaki malzemelerimiz hep rezil oldu. Sinir hali ile durumun saçmalığını sindirmeye çalışırken gülme ile bunalmanın sınırlarını zorluyorduk. Neyse geçtik en azından derken yol bitti… Evet patikanın devamı yoktu ve burayı geri dönmekten başka şansımız bulunmuyordu! Harita bizimle bir kez daha dalga geçmişti. Duruma sinirlenmenin anlamı yok deyip o ikinci alternatif yola kadar geri döndük. Yolu kısa tutalım derken, katlıyorduk yine kilometreleri… Daha hiçbir günü denilen kilometrede tamamlayamadık… Alternatif yol işe yaradı tabii diye siz düşüne durun, o yol da bizi bu sefer dikenli tellere çıkartınca kalakaldık. Bundan sonrası için iki şansımız vardı. Ya iki-üç kilometre gerideki yol ayrımına geri dönüp bir köylü bulmaya çalışacaktık ya da buradan harita dışında kendi yöntemlerimizle farklı bir yol bulmamız gerekiyordu. O üç kilometre gözümde büyürken yerde traktör izi gördüm. Eğer traktör buraya inebilmişse o izleri takip edip bir yola çıkabilirdik. Şu an denenecek en iyi plan bu gözüküyordu…

Evet o yol bizi Gölyazı bağlantı yoluna kadar çıkarttı 🙂 Çıkar çıkmaz bir araba yine yanımızda durup “Yürüyerek niye bu yolu kullandığımızı, farklı bir yoldan da gelebilirmişizi, yolda saldırgan köpeklerin olduğunu, karşılaşırsak ne yapacağımızı” sorguluyordu. Allahım, biz buraya çıkabildiğimize şükrederken, insanların üzerimize sürekli korku tohumlarını umarsızca silkeleme hali gerçekten çok rahatsız edici. “Dedik sorun yok”. Dünkü kahvaltıdakilerden biri de “Buralarda ayı olur. Karşınıza çıkarsa ya da saldırırsa diye korkmuyor musunuz?” demişti. Elbette biz de tedirgin olduk, köpeklerden, ayılardan… Ama açık konuşmak gerekirse gitmeden de oradayken de korkum daha çok hayvanlardan değil insanlardandı. Temkin limitlerimi yol boyunca hayvanlar yerine insanlar için kullandığımı söyleyebilirim.

Ha evet, Gölyazı’ya doğru inerken yolda dişlerini göstererek üzerimize gelen bir köpekle karşılaştık. Kendi yöntemlerimle sakinleştirmeyi başardım ve kendimizi ilk gördüğümüz yere hem telefonuma bir çözüm bulmak hem de dinlenmek için attık.

Parkurlar tamamlanmıştı!

TransMysia'da kalan günler... Gözlemlerim...Gölyazı’nın içine girdiğimizde sırt çantaları ile bizi gören birkaç köylü kadın bahçelerine davet ettiler çadır atmamız için sağolsunlar. Manzara için çıktıkları tepede de çadır atabilirmişiz ama bize uygun değilmiş, içki içiyormuş gençler, malum kız başımıza! uygun olmazmış… Tatlı tatlı gülümsemeleriyle bizim yerimize karar veren o kadar çok insanla karşılaştık ki bayılıyorum bu tavırdaki yurdum insanlarına…

Zaten öncesinde kendimize ödül vermeye karar vermiştik ve Faik Bey Konağı’nda kalıp eve dönmeden keyif yapalım dedik. Resepsiyonda Misi’den yürüyerek geldiğimizi öğrenince, “Bisikletle gelenler olmuştu ama hiç yürüyerek gelen olmamamıştı” dediler.

Yağmur tıkırtıları arasında, yumuşak yataktaki uykudan güzeli yoktu. Bu süreçte doğayla hemhal olmak, şehirden uzaklaşmak bana çok iyi geldi. Bir hayalin olabilirliğini test etmek için çıkmıştım bu yola… Gülşah da eşlikçim olmak istemişti… O hayalim olacak mı, o gün geldiğinde isteyecek miyim bilmiyorum, birkaç ay sonra burayı ve yaşadıklarımı düşündüğümde neler hissedeceğim bunu şu anda öngörebilmemse imkansız… Ama iyi ki yaptım bu yolu… Yola çıkmasam, bilemezdim…

Günlük yürüyüş mesafesi: 13,47km.

Hareket saati: 07:15 Varış Saati: 18:00

TransMysia’nın ardından… yapmayı düşünüyorsanız bunları bir gözden geçirin…

  • Bilinen bir yol değil ne yazık ki TransMysia. Likya gibi tabelalara güvenip gelmeyin. Mutlaka belediye yetkililerinden güncel haritaları isteyin. Onların da %100 doğru olmadığını unutmayın. Kendi başınızın çaresine bakmaya cesaretiniz yoksa gelmeyin.
  • Yanınızda en az 1,5 lt su olsun ve akan bir çeşme bulana kadar idareli kullanın. Çeşmeler yetersiz ve hepsinde su yok.
  • Köylüler gerçekten çok yardımcılar. Kimi iyi-kötü-yardımsever-zorlayıcı olsa da genel anlamda iyi iz bıraktılar. Yol boyunca kadınlardan çok erkekler muhattap olacak sizinle. Yurdum insanının gereksiz korumacılığı, gizli korkutma çabalarına karşı hazırlıklı olun.
  • Köpekler havlıyor ama geneli korkak. Bizim hikayemizde birkaç kez risk oluşturdular. Böyle durumlarda nasıl müdahale edeceğini öğrenmeden gelme.
  • Ekim başında kar hariç her mevsime tanık olduk, kıyafetlerini ona göre seç.
  • Yolda doğanın güzelliklerini hayal ederken çöp, cam ve plastik şişe atıkları, koltuk, masa gibi evsel atıklarla sıklıkla karşılaşacağınız aklınızın köşesinde olsun. Ben gördükçe çok üzüldüm.
  • Mysia hazırlıkları yazımda belirttiklerim haricinde dudak-el kremi, Matara için asma aparatı, sırt çantası altına ektra malzemeler için çanta kemeri, batonları asmak için karabina, telefon için boyun asma kayışı, çanta omuz başlarına ped almak iyi olabilir.
  • Ve kendini deneme için “neden olmasın” diyebileceğin bir parkur… Araştır ve içine sinerse sen de deneyimle… Bizler gittikçe adı duyulacak ve belki o zaman yetkililer gerekli özeni daha çok göstereceklerdir…

Bu yazı ilginizi çektiyse bunlara da göz atabilirsiniz;

Geçmişin izinde Mysia Yolları’nda yürüyüş… Hazırlıklar…

TransMysia’da ilk iki gün…”

Yazın serin sporu; Sansarak Kanyonu’nda trekking

Kamp Ateşi’ni Yedigöller’de yaktık

Facebooktwittergoogle_pluslinkedin

Benzer yazılar

Yorum Yapın

*