İstanbul’da oturup bu hafta sonu nereye gitsem diyenlerdenseniz tarihi dokusu, yemekleri, doğal güzellikleri ile Edirne sizi çağırıyor. Şehre girdiğinizde daha yoldan görünen minareleri ile Selimiye Camii “Gel ilk beni ziyaret et” diyor sanki. Mimar Sinan’ın ustalık eseri olarak anılan camiinin bahçesini, avlusunu, içini dakikalarca hayranlıkla dolaştık. Kubbesi, minareleri ve iç süslemeleri ile Selimiye Camii’nin hangi noktasına bakarsanız bakın ayrı bir mimari düşüncenin eseri… Belki de bu ve daha fazlası neticesinde o bir “Dünya Mirası”…
Selimiye Camii’nin hemen alt bölümünde konumlandırılan Arasta bugün de hala hareketli… Yöresel sabunlara, Edirne’ye has tekstil ürünlerine ya da hediyelik eşyalara burada rastlamak mümkün…
Ve Yine camiinin hemen yanında yer alan Selimiye Vakıf Müzesi’ne girdiğinizde dikdörtgen bir avlu sizi karşılıyor. Etrafında yer alan küçük küçük odalar zamanında dershane ve hoca/öğrencilerin kaldığı odalar iken şimdi çeşitli dönemlere ait eserler sergileniyor ve oldukça etkileyici… Tabii ki Mimar Sinan… Kendisine ayrı bir önem verilmiş bu müzede ve canlandırmalar ile sanki yeniden hayat buluyor.
Tarih tarih nereye kadar 🙂 Meriç Nehri kıyısındaki çay bahçeleri sizi çağırıyor. Meşhur köprüsünü gören birini tercih edip içeceklerinizi içerken bir önceki ziyaretim geliyor aklıma.. Uzun süreli bir yağmuru takiben gelmiştim ve köprünün kemerleri görülmeyecek kadar nehir yükselmişti. Bu sefer güneşin çaktırmadan gülümsediği bir günde köprü de daha bir güzel görünüyor gözüme…
Gitmişken mutlaka Karaağaç’a uğramalısınız… Yıllar önce gittiğime göre oldukça keyifli hale gelmiş… Trakya Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nin de burada olması ortamı oldukça “genç” kılmış… Sevimli cafelerden hangisine girip soluklanmayı tercih edeceğinize şaşırıyorsunuz… Ama kesinlikle birinde soluklanmalısınız! 2. Abdülhamit döneminde yaptırılan tren garı şimdi üniversitenin rektörlük binası… Bahçesindeki temsili trense tam fotografik… Fotoğraf çekmeyi seviyorsanız kayda değer bir vaktinizi buraya ayırmalısınız.
Sultan 2.Beyezid Külliyesi Sağlık Müzesi’ni de görmeden dönmeyin derim. Yaklaşık 400 yıl hastane olarak kullanılmış ve önemli bir döneminde sadece akıl hastalarına hizmet verilmiş. Öğreniyoruz ki, Şifahane’de akıl hastaları için tecrit gibi bilinen yöntemlerin ötesinde burada tasavvuf müziği, koku ya da su sesi gibi alternatif yöntemler uygulanarak tedavi uygulanıyormuş. Selimiye Vakıf Müzesi’nde olduğu gibi burada da hazırlanan başarılı canlandırmalar ile sizi o dönemlere taşıyan ortamı gördüğünüzde eminim siz de hayran kalacaksınız.
Gelelim yemeklere… Siz de benim gibi ciğer sevmeyenlerdenseniz doğru adres Köfteci Osman… Adından da anlaşılacağı üzere köfte, piyaz, yoğurt ve çorba üzerine kurgulu menüsü ile açlığınıza keyifli bir ara verebilirsiniz. Eve dönerken yine ben sevmem ama -sanırım Edirne lezzetleri benim damağıma pek uygun değil- badem şekerini seviyorsanız Keçecizade’ye de uğramadan geçilmemeli… Sevenleri badem ezmesinin pek bir güzel olduğumu söylüyor. Demedi deme…
O zaman ne yapıyoruz?.. “Soğuk, şu kış gitsin, bahar gelsin”, “Sıcak oldu, yaz gitsin, güz gelsin” demeden Edirne’ye gidiyoruz ve ister kal ister kalma ama bir günümüzü dolu dolu geçirip geçmişimizi bugüne taşıyoruz.
Edirne fotoğrafları için Foto… Foto…
Faydalı ve Akıcı yazınız için teşekkür ederim.