Pamukkale, Afyon, Kütahya ile başka diyarlara…

Selçuk’ta verdiğimiz kısa molanın ardına Pamukkale’ye doğru düştük yollara… Yönlendirmelerin eksikliği ve yolun kötülüğü bizi oldukça şaşırttı. Buranın bu kadar büyük olabileceğini açıkçası hayal edememiştim. Girdiğimiz kuzey kapısı ile travertenler arasında minibüs işliyor. Minibüsten indiğimizde bizi antik havuz karşıladı. Mayomuzu getirmemiş olmamızın dayanılmaz üzüntüsünü yaşayıp, ayakları tırtıklayan minik balıklı akvaryumlara sokulan ayakların heyecanını izledik. Ve Pamukkale travertenleri… Nasıl var olmuş, nasıl bugünü yakalamış dedirtircesine zamana meydan okuyor. Çorapları, ayakkabıları çıkarıp, pantolonlarımızı da şort yaptıktan sonra attık kendimizi ılık sulara. Gerçekten etkilenmemek imkansız. Pamukkale’yi görmeden “gezdim deme” demek en doğru ifade olur sanırım.

pamuk1Akşam Venüs Hotel’e vardığımızda beklentimizin çok üzerinde bir mekanla karşılaştık. Fiyatına göre çok çok fazla iyi! Kurt gibi acıktığımızdan kendimizi Pamukkale’nin merkezinde bulduk. Gözlemenin her çeşidini ısmarladığımız midemiz dans ediyordu. Akşam travertenlerin görüntüsünü fotoğrafladıktan sonra dinlenmek üzere otelimize döndük.

Meyvelerle zenginleştirilmiş kahvaltımızın ardına yeni günün ilk durağı Laodikiea antik kenti. Yine oldukça geniş bir alana kurulu şehirde yeni kalıntılar için çalışmalar devam etmekle birlikte gezilebilir oldukça geniş bir alan mevcut. Ve biraz geç olsa da bu gezimizde tercih ettiğimiz Müze Kart bize oldukça avantaj sağladı. Sırf Pamukkale’ye giriş bile bu kartın bedeline denk geliyordu.

Denizli’nin içi oldukça düzenli. Geniş yolları, temiz sokaklarıyla sizi karşılıyor. Atatürk ve Etnografya Müzesi tipik bir Atatürk evi. Atamız Denizli’ye geldiğinde bir gece burada konaklamış. Tavsiyeler üzerine Zafer Gazozu aradık marketlerde. Gün Market’te gerçek olanını bulabilirsiniz. Yeşil şişe ve üzerinde –yeni- yazmaması gerekiyormuş.

pamuk2Kaklık Mağarası’ndayız. Kükürtün sevimsiz kokusunu mağaranın güzel atmosferi bastırıyor. Pamukkale’nin yer altı versiyonu denebilir. Beyaz travertenler bu sefer yerin altında ve suyun sesiyle canlanıyor.

Afyon’a uzayan yolda ayva, üzüm ve patates satıcıları sizi selamlıyor. Ve Afyon’dayız… Şehre girdiğimizde yine açlığımız sınırları zorladığından kendimizi Uzun Çarşı’nın içindeki İkbal’de bulduk. Yemekler güzel olmasına karşılık soğuk olduğundan pek de memnun kaldığımızı söyleyemem. Tabii ki kaymaklı ekmek kadayıfına bir şey diyemeyeceğim. Çıkışta Öğretmenevi’ne yerleştikten sonra kendimizi hemen sokaklara attık. Bütün müzeler ya bayram nedeniyle ya da saat itibariyle kapalı olduğundan tek gezebildiğimiz Mevlevihane Müzesi’ydi. Mevlevi kültürünü tecrübe ettikten sonra kapıda Mevlana’nın söylediği bir söz bizi oldukça düşündürdü. Ve tekrar Uzun Çarşı’daki şekercideyiz. İkbal’de yemek yerken kapısındaki kuyruğa gıptayla izlediğimiz şekerciyi tercih ettik. Fındıklı lokumla, kaymaklı şeker bizim tercihimiz oldu. Ve farklı bir tatta ekmek kadayıfı denemek için çarşının içindeki ikinci bir kapıyı denedik. Bunca ekmek kadayıfı üzerine İstanbul’a koşarak gitmek yerine kendimize kahve içebileceğimiz güzel bir cafe derdine düştük. Gülyurt Pastanesi, modern dekoru, zengin menüsü ve göze mutluluk veren sunumuyla bizi karşıladı.

Sabahın erken saatlerinde Afyon Arkeoloji Müzesi’nin ilk misafirleri olduk. Bezemelerinden hiçbir şey kaybetmemişpamuk3 lahit mezarlar, sikkeler, cam ve seramik kalıntılarıyla oldukça zengindi. Buradan kaleye gitmek üzere hummalı bir çalışma içine girdik. Hava çok soğuk olduğundan yukarısının da soğuk olacağını düşünerek kat kat giyinmemiz hayatımızın hatasıydı. 625 basamak çıkıp, 625 basamak inerken ve kalbimizin sesini kulaklarımızda duyarken meğer sadece tshirtümüzü giymemiz gerekiyormuş. Kale şehrin ortasında dimdik bir tepenin üzerinde ihtişamıyla bizi bekliyordu. Çok yorucu olmasına rağmen değdi ve Afyon’un her yerini kuşbakışı görme ve fotoğraflama şansı yakaladık.

Dönüşte herkesin methettiği Nur Lokantası’nda kaymaklı ekmek kadayıfının tadına bakmadan dönemeyeceğimiz için burası da sabah siftahını bizimle yaptı. Kendi kaymaklarını kendileri yaptırdıklarından kaymak bittiğinde dükkan da kapanıyormuş. Ekmek kadayıfı mı; evet çok, çok güzeldi; yemeden dönmelerden. Ve Afyon’un meşhur patatesli ekmeği ve sucuğunu da alıp yola devam…

pamuk4Rotamızda olmamasına karşılık Kütahya’yı gezmeden geçmeyelim dedik. Gezdiğimiz çini atölyesi sonrası, çarşısını gezip fırından tahinli ekmek aldık ve meydandaki çay ocağında yarısını bir güzel mideye indirdik. Amacımız 13.00’de açılacak müzeler için biraz da vakit kazanmaktı. Sonrasında Kütahya Arkeoloji Müzesi, Kütahya Çini Müzesi ve Kossuth’un Anıları Müzesi uğrak noktalarımız oldu. Çini Müzesi’nde Kütahya’nın meşhur çinilerinin güzel örneklerini görme fırsatı yakaladık. Kossuth’un Anıları Müzesi, Macar Evi olarak da biliniyor. Macar özgürlük savaşı önderlerinden Lajos Kossuth ailesi ile birlikte bu evde misafir edilmiş ve Macaristan Anayasası’nın tasarısı bu evde hazırlanmış.

İşte Pamukkale, Denizli, Afyon ve Kütahya da gezdiğimiz yerler olarak listemize eklendi. Heyecanlıyım, çünkü güzel Türkiye’mde daha görebileceğimiz çok yer var…

Facebooktwittergoogle_pluslinkedin

Benzer yazılar

Yorum Yapın

*