Bir İstanbullu Gözünden İzmir’de Yaşam

 

Bir İstanbullu Gözünden İzmir'de Yaşam

Hani bir yarışma vardı eskiden… “100 kişiye sorduk 75’i dedi ki…” lerle başlardı sorular… İşte ben de sorsam İstanbullara; “Elinde fırsat olsa nerede yaşardın?”, birçoğu “Yolumu bir gün Ege ile buluşturacağım” der… Bunun farklı cevap versiyonları da var…”O yer mutlaka İzmir olacak”… “Emekli olunca bir Ege kasabasına yerleşeceğim”… gibi gibi…

Yeni bir yaşam için İzmir’i denemek isteme nedenlerimizde, bizde de bu düşüncelerin bir bölümü vardı. Bunlara ek başka meraklar da zihnimizde dolanıyordu. Bu yazıda işte bunlardan bahsetmek istedim… Ne hayal ettik, nelerle karşılaştık? İzmir anlatıldığı gibi mi? Dışarıya yansıtılmayan neler oluyor İzmir’de? Bir İstanbullu gözünden anlatacağım tabii… Babadan İzmirli olan biri olarak İzmirliler’in kalbimde yeri başka, onu da belirteyim taa en baştan 🙂

Bir İstanbullu Gözünden İzmir'de YaşamÖncelikle İstanbul’dan, İzmir’de bir ev bulmak hiç de kolay olmadı. Çok ince eleyip sık dokuduk, kendi ihtiyaç ve imkanlarımıza en uygun, bizi en mutlu edebilecek evi bulmak için… Ve yol bizi 35.5’luk baskın gelip Karşıyaka’ya düşürdü… Yaşadığımız yer, çok da tercih etmediğim site hayatı olmasına rağmen; giriş kat, geniş bir teras ve bu terasa açılan bir bahçesi olduğundan baktığımızda gördüğümüz yeşil olunca sevdik burayı… Şehrin içinde ama değil gibi… Kafamızı kaldırmadıkça belene kampı gibi bina bina görüntüyü görmediğimizden şanslıydık. Şehrin içinde sayfiye gibi bir yer burası… Havuz olması da avantaj oldu, anlatacağım…

Mavişehir çok merkezi bir konumda… Her türlü ulaşıma yakın olmamız, yürüme mesafede Hilltown dahil olmak üzere üç tane alışveriş merkezinin yan yana sıralanması, market, her türlü alışveriş için her yerin yürüme mesafede olması arabamız olmadığından büyük avantaj oldu. Zaten arabamızın olmaması, taşınırken kurduğumuz sayfiye hayalinden şehre doğru gelmemizde en önemli etkendi. İzmir içinde arabasızlığın ne derece zor olduğu konusu ise derin mevzû :/ Alışveriş merkezi meraklısı hiçbir zaman olmadım, şu ana kadar yaşadığımız bu bir buçuk yılı aşkın süreçte de sayılı kez gitmeme karşılık Adada geçirdiğimiz üç sene, pandeminin koşulları derken, ilk büyük market ziyaretimizdeki şaşkınlığımı düşündükçe hala gülüyorum kendime… Adada gittiğimiz markettin getirttiği üç-beş peynirden birini seçmek durumundayken, burada metrelerce süren peynir dolabını görünce maskenin altında ağzımın gerçekten! açık olduğunu fark ettiğimdeki o an 🙂 Neyse konumuza dönelim. Bizim Adadaki sınırlı yaşamamız sonrası fark ettik ki Getir vb eve servisler, unuttuğumuz yemek uygulamaları, birşey canımız çektiğinde gerek yiyecek gerek başka bir şeyi yürüme mesafeden alabilmek, Karşıyaka’nın merkezine giden tramvayın ya da bizim Marmaray buranın İzban’ının yakınlığı, Alsancak’ın bir vapur mesafesi gerçekten harika…

Bir İstanbullu Gözünden İzmir'de Yaşam

İzmir’in zaten güzelliklerini, İstanbul’dan gıptayla baktığımız gerçeklerini hepimiz biliyoruz! Bu yazıda bizim İstanbul’dan düşünemediğimiz, göremediğimiz ya da hep iyisi ile yansıtılan İzmir’i konuşalım biraz…

İlk söyleyeceğim şey, İzmir kokuyor! B.. kokuyor! Evet evet yanlış duymadınız. Havalar 20 dereceyi gördüğü an koku başlıyor. İç taraflarındaki yerleşimleri bilmem ama bizim gibi körfeze yakın bir yerdeyseniz ya da etrafınızda sözde ıslahı gerçekleştirilen dereler varsa baharın başı itibariyle başlıyor ki bu yazın tamamında, olabildiğince camlar kapalı, eve tıkılı kalmanız gerektiği anlamına geliyor. İzmirliler ile konuştuğumda öyle normalleşmişki bu durum, önce “yooo” diyorlar sonra “biz yazın evde camlar kapalı, klima açtığımızdan duymuyoruz” a geliyor konu… Ya da samimi ise konuştuğum kişi (İzmir’e laf söyletmemek var çünkü İzmirliler’de) “Misafir geldiğinde eğer koku varsa, “valla bizim tuvaletten değil dışarıdan :)” lara kadar varıyor. Ben de babadan İzmirli olan ve çocukluğumdan beri aile ziyaretlerine gelen biri olarak; körfezden geçerken arabanın camlarını kapatırdık o zamanlar hatırlıyorum. Sonra ağabeyim yirmi yılın üzerinde İzmir’de yaşadı. Temizlendi körfez demişti ve gerçekten yoktu da bu koku… Ama şimdi… Pehh… Cenk ile onu konuşuyoruz. Evi kiralamak için geldiğimizde bu kokuyu duysaydık tutar mıydık? Kesinlikle hayır… Hadi biz kiraladık… Oturduğumuz muhit İzmir’in en concon kesiminin olduğu yerlerden biriymiş meğer… Dünyanın parasını verip alınır mı bu kokarca evler… Neyse, benim mantığıma ters… Adada ormanın ortasından kalk gel, ağaç kokusundan lağım kokusuna geçince belki bize zor geldi…

Concon kesim derken bu arada onu da açayım. Sitenin kafeteryasına akşamları sırt dekolteli bluzlar, topuklu ayakkabılarla gelen botokslu ablalar mı istersin… (Abladırlar herhalde, hepsi aynı gözüktüğünden yaşları ayırt edemiyorum artık) Gelsin tabii de komik olan çekirdek çitleyen ay pardon çiğdem kola yapan teyzelerle yanyana masalardalar, kalkınca sonuçta hepimiz benzer standarttaki evlerimize dağılıyoruz… Partilemiyoruz yani… Bunu geçtim, koridorda insanların baş selamı dahi vermediği, yan komşunun usulen! dahi olsa hoş geldiniz demeyip daha da selamını alamadığımız cinslikte insanlar… Mavişehir etrafında birinden selam alabilirseniz eğer sizi tebrik ederim. Çünkü ben şans eseri yakalarsam bir selam, bırak selamı sarılıp öpmek istiyorum o kişiyi, bana bu lütfu gösterdiği için… Karşıyaka’nın merkezine yaklaştıkça komşuculuk daha fazla deniyor. Bilmediğimden oralara yorum yapamayacağım. Ben de mıç mıç ilişkilerden haz etmem ama “selamsızlık” bambaşka birşey benim kültürümde…

Esnafa sözüm yok yalnız… Çok gülüryüzlüler, çözüm odaklılar, insancıllar… Ama sürelere takılmayacaksınız. Örneklerle ilerleyeyim. Eve yemek sipariş ettiniz mesela. Gelmesi için minimum bir saati gözden çıkaracaksınız. Ha o gün şanssız gününüz ise o süre emin olun daha da uzayacak. Bu durumu kabul sürecine geçtikten sonra sorun olmuyor, biz siparişi veriyoruz. O sırada duş, meditasyon vs hemen o araya yerleştirip bu süreci verimli hale getiriyoruz. Eve elektrikçi mi gelecek, gelir bir ara o tarih verdiyse o gün gelir ama kaçta gelir o bilinmez 🙂 Bunu Adada tecrübe ettiğimizden deneyimimiz var, bununla yıkamazlar bizi… Başka bir örnek, fast food yemeğe gittiniz diyelim. Adı üstünde hızlı yemek için oradasınız ya… Süre maksimum ne olmalı? 5-7 dakika? 25 dakika fast food beklediğimizi biliyorum. Ve bunun için bir telaş da yok… Kasadaki kişi siparişi ekrana giriyor, dönüyor arkasına söylüyor. Başka biri ürünü kutusuna yerleştirirken başka biri adedi doğru mu diye teyit etmekle görevli, ‘ki sonra tepsi önüme geldiğinde sayının yanlış olması da ayrı bir ironi’… Süreçteki aksaklık niye dediğinizde onu müdürümüz bilir deyip, müdürü çağırın dediğimde o bu gün izinli denmesi ki o günün en yoğun gün olacağının tahmin edilmesinin zor olmayacağı Cumartesi ise… Bu sırf fast food için geçerli değil, İstanbul’daki zincir kafelerin çoğu İzmir’de de var. Orada sorun yaşadığımızda ise “ürünler İstanbul’dan geldiğinden”, “İstanbul’dan onaysız iş yapamadığımızdan” ile başlayan süreçteki aksaklık bahaneleri ile karşılaşıyoruz genelde…

İstanbul’da, farklı şehirlerden gelen insanları “kabul” vardır. Belki İstanbul’un her daim kozmopolit yapısından, biz de o kültür öğretilerek büyüdüğümüzden… Burada bir “İzmirliler” var, bir de “diğerleri”… Sanırım pandemi sırasında İstanbul’dan İzmir’e göç artınca, İstanbul’dan geldiğinizi öğrenince iyice iğreti bir ifade oluşuyor yüzlerinde…  Sahiplenmek, köklerine sahip çıkmayı anlayabiliyorum. Ama konservatif tutum da bu taraftan hiç hoş gözükmüyor. Ev fiyatlarının artması, trafiğin artması gibi birçok konuda ekonomiyi konuşmak yerine “İstanbullular geldikten sonra” ifadelerini çok duydum. Ve karşılarındakinin de İstanbullu olduğunu bildikleri halde fütursuzca çıkabiliyor ağızlarından… Malum İstanbul’da bu durum bizler için çok “normal”…

Ev arama zamanımızda önceliğimiz biraz daha doğaya yakın yerlerdi… Ama arabamız olmadığından şehre yönelmemiz gerekti. İzmir’e “tamam” dediğimizde de birçok İstanbullu’nun hayali bizim de umudumuzdu. Atatürkçü bir yerde yaşamak, kısa şortumla evime dönerken kim beni rahatsız eder diye düşünmemek, karmaşık İstanbul’dan biraz sıyrılmak, madem arabamız yok şu anda ve sayfiyede yaşayamıyoruz o zaman merkezde oturup hafta sonları araç kiralayarak keşfedelim istedik. Bizim için önemli bir madde olan etrafı didik didik etme kısmı istediğimiz gibi gelişmedi. Ekonominin malum durumu dolayısıyla araba kiralama fiyatlarını arttırdı. Bırak kiraladık yakıtın durumu… derken… hayallar “iki haftada bir kiralarız”, gerçekler “kiralayabilirsek woww”lara döndü ne yazık ki… İzmir’in içinde yapabilecekler sınırlı… İlk geldiğimizde tanıştıklarıma hep şu soruyu sordum. “İzmir’de ne yapılabiliriz?” Yanıtlar genelde, şurada yiyebilirsiniz, şurada içebilirsiniz… Peki başka? Kültürel mesela… “Çok fazla alternatif bulamazsınız” yanıtı… Hatta İzmir’de yaşayan bir arkadaşıma “Hafta içi kafeler ne kadar kalabalık, çalışmıyor mu bu insanlar” dediğimde şöyle demişti ve çok gülmüştüm. “İzmirliler buluşup Pazartesi, Salı geçtiğimiz hafta sonu ne yaptıklarını konuşurlar. Çarşamba çalışırlar. Perşembe, Cuma önümüzdeki hafta sonu ne yapacaklarını planlarlar. Cumartesi Pazar da gezip, eğlenirler”. Valla ilk ağızdan duydum, benim sözlerim değil 🙂

İzmir’e yazın geldiğimizden “ne kadar sakin bir şehir İzmir” algısı oldu bizde… Sonradan anladık ki İzmir’in büyük bir bölümünün yakın yerlerde yazlıkları varmış. Dikili, Foça, Çeşme… Cuma olduğunda kaçıyor bir çoğu… İşte varmak istediğim de tam bu durum! Araba olmadan şehrin içinde yapılacaklar ne yazık ki çok ama çok sınırlı… Araba olduğunda, yazlığa olmayanlar günübirlik de olsa bir yerlere kaçabiliyor. Eğer arabanız varsa İzmir çok güzel! Arabanız yoksa çok dar bir alandasınız! Bu tabii İstanbullu gözlüğünden… Çünkü Karşıyaka’da yaşayan bir İzmirli için Alsancak uzak ya da tam tersi Alsancak’tan da Karşıyaka uzak… Her iş kendi muhitinde halledilmeli ve evet bunun için tüm olanaklar da sağlanmış durumda… Örneğin Karşıyaka’daysan yürüme mesafende doktoruna, balıkçına, kursa gidebilirsin… İstanbul’da o iyi kurs Beşiktaş’taysa oraya geçmek uzak gibi kavramlar bizim için konu dahilinde bile değildir 🙂 Ya da trafik… Lastik dönüyorsa akıcı denebilir, lastiğin dönüş hızı önemli değildir, önemli olan durmamasıdır mesela 🙂

Şöyle geyikler dönüyor İzmirlilerin instagram hesaplarında… İzmir’e gelecek kişiler bunları kabul etsinler gibi… Mısır’a darı, simide gevrek, çekirdeğe çiğdem diyecekler gibi…  madem ironi var dibine vuralım… Bu sözle zaten darının asıl adının mısır, gevreğin simit, çiğdemin çekirdek olduğunu İzmirliler kabul etmiyor mu? İstanbullular diyor İzmirliler’e, “geliyom, gidiyom” denmez “geliyorum, gidiyorum” doğrusu diye 🙂 Bunlar komik taraflar tabii ama espri ile karışık kabul edememe, içine alamama durumu nedir çözebilmiş değilim…

Bir İstanbullu Gözünden İzmir'de Yaşam

Öncelikle Büyükada’dan İzmir’e taşınma sürecimde arkadaşlarım onların hayallerini gerçekleştirdiğimi, cesaretimi, kararlılığımı şaşkınlık ve biraz da gıpta ile izlediler… Ve ben birçok İstanbullu’nun hayalini “emekli” olmadan gerçekleştirdim. Ve olmadı. İzmir’de yaşadığım süre içinde özleyeceğim arkadaşlıklar kurdum, dışarı çıktığımda keyif alacağım yerler keşfettim, yolda yürürken kaygılanmadım, evime vardığımda bana yuva hissini verdi. Ama yogada bir tabiri sık kullanırız, “köklenmek”. Köklerimi buraya salmak istemediğimi fark ettim. Ve elbette özel nedenler de var… Ne istediğini bilmek kadar ne istemediğini de bilmek önemlidir benim dünyamda… İstanbul’a dönüyorum ama burada da köklenmek değil niyetim. Hayallerim için bir zamana ihtiyacım var ve ben o günü beklerken; arabanın olmadığı, doğayla içiçe olup, kızıma daha çok sarılacağım bir yer olan Büyükada’yı tercih ediyorum yine yeniden. Yolun ileride beni nereye taşıyacağını bilmiyorum. Ve yaşam maceramda sabit kalıp beklemek yerine tecrübeler yaşaya yaşaya ilerlemeyi tercih ediyorum. Kendime “tanıklık” halindeyim…

 

Facebooktwittergoogle_pluslinkedin

Benzer yazılar

“Bir İstanbullu Gözünden İzmir’de Yaşam” İçin 6 Yorum Var

  1. Özlem

    Tam da Beşiktaş’ın en iyi liselerinden birinde çalışan bir öğretmen olarak İzmir’e tayin mi istesem deyip, atlayıp iki günlüğüne İzmir’e geldim, gezdim, bir elektrik alamadım. Tek sosyal aktivite sahilde veya cafelerde oturmak gibi geldi. Oysa İstanbul öyle mi? Her gün mutlaka izlenecek bir tiyatrosu, konseri vs. ‘ si olur. Bu yazınız bana ışık oldu. İyi ki yazmışsınız. Teşekkürler.

    1. buse

      Bu yazıma ulaşan İzmirliler’in bir bölümü okuduklarında bana biraz kırıldılar. Ama yazının adı zaten “Bir İstanbullu gözünden İzmir’de yaşam”. Yoksa benim de köklerim İzmir. Bunlar benim gözümden yansıyanlar. Siz de sağolsun hislerinizi açık bir gönülle paylaştığınız için. Keyifle kalın 🙂

  2. Nil

    Merhaba,

    10 yıldır İzmir’e alışamadım.
    Sizi anlıyorum:)

    1. buse

      Gülümsettiniz beni… Keyifle kalın:)

  3. C K

    Kendine tanıklık etmek… Bütün mesela bu bencede!

    1. buse

      Ve tanıklığıma tanık olman 🙂

Yorum Yapın

*