Sabahın kör saatinde yine ayaktayız Cenk’le. Gün boyunca kahve ve çay için stand var teknenin dinlenme alanında. Ve 05.00’te güvertedeyiz ve sıcak suyumuz hazır. Durum böyle olunca Cenk kahvesi ben de Türkiye’den getirdiğim yeşil çayım ile güne başlama ritüelli oluşturduk kendimize. Sabahları sivrisinekler bir başka kafayı yemiş halde olsalar da, kimsecikler yokken doğanın kokusunu çekip, sesini dinlemek sanırım ikimize de iyi geliyordu.
Bugün yine 06.30’da hız teknesinde başka bir bölgeye doğru yol alırken sabah serinliği yüzüme çarpıyor. Yavaşlayıp sabahın erken saatlerinde avlanan kuş türlerine tanık oluyoruz. Rengarenk kuşlar her tarafta yine, diğer tarafta bir maymunun varlığını ağaç dallarındaki oynayışı belli ediyor. Denize uzanan geniş dal üzerinde küçük yarasalar gözümüze çarpıyor. Capybara dedikleri büyük bir kemirgen türünü görüyoruz nehir kıyısında. 50-60 kg’a kadar büyüyebiliyorlar. Diğer taraftan yunuslar yolculuğumuza eşlik ediyorlar.
Ağaçların gövdelerine baktığımızda belli bir yere kadar koyu bir renk varken bir yere gelindiğinde renk tonu beyaz yaklaşıyor neredeyse. Öğreniyoruz ki nehirler ıslak sezonda on iki metre yükseliyormuş! O çizgi de suyun ulaştığı mesafeymiş. Düşünsenize her altı ayda bir bu değişim var bölgede! Kıyı bölgesindeki ağaçların kökleri kanat gibi suya yayılıyor. 200-400 yıl arası yaşıyor ağaçlar ama sürekli yüksel alçal, derken kökler çürüyor. Bu nedenle çok fazla da erezyon var. Nehirde giderken kalın bir dalın yanınızdan akması çok normal burada. Amazonun rengi berrak değil. Çünkü kayan kumlar hep sularda ve bu da suyu bulanık kılıyor elbette. Ve ilginç bilgi, hiç taş yok… Bir arkadaşım var, ona her gittiğim seyahattan bir taş getiririm yürüdüğüm yollardan. Bulamadım… her şey kum üzerine kurulu burada…
Ucayali Nehri’nin Maranon Nehri ile birlikte Amazon Nehri’nin iki büyük kolundan biri olduğundan bahsetmiştim. Bu iki akıntı birleşip Amazon Nehri’ne kavuştuğu tam o kavşaktayız tekne ile. İnanılmaz değil mi? Döndüğümüzde bu bölge ile ilgili izlediğim bir belgeselde drone ile çekilmiş bir görüntüyü izlediğimde dondurup dakikalarca baktım. O kadar ihtişamlı görünüyordu ki… Ve ben Loreto bölgesinde, Pacaya-Samiria Ulusal Rezervi’nde, işte tam o orta naktayım!
Bu arada Ulusal Park ile Ulusal Rezerv birbirlerinden farklıymış, ben de yeni öğrendim. Ulusal parklarda doğal yaşam alanları ön planda tutulup turizm, eğitim, araştırma gibi insan faaliyetleri ile sınırlı tutulurken, ulusal rezervlerde tarım, avcılık, balıkçılık gibi insan faaliyetlerine daha çok izin veriliyormuş.
Kahvaltıdan sonra biraz dinlenip Nauta’ya doğru yine teknedeyiz. Hani ilk ana tekne aktarımımızı yapmıştık ya işte o şehir… Şimdi orayı tuktuklarla keşfedeceğiz. İki iki ayrılıyoruz gruptan, Carlos bugün bize eşlik edecek. Önce şehrin meydanına gittik. Her Peru şehrinde gördüğümüz meydan mantığı burada da var. Bir binanın iki tarafına çizdikleri resimlerle mitlerinden, şehrin bugüne gelişine kadar bir hikaye resmedilmiş.
Sonrasında yine tuktuklarımıza atlayıp yerel pazara gidiyoruz. Ne ararsan var, bir pazar… Kaşını aldıran bir kadından, her çeşit ürün satışına. Balık reyonu biraz ağır koksa da, piranalar başta olmak üzere çeşit çeşit balığın temizlenişine tanık olduk. Yerli halk için ana besin balıklar ve hep taze tüketiyorlar, dondurulmuş ürün tüketmiyorlar. Üç saat tuza yatır ya da kızart, ye. Sonra tavuk, et az tüketiyorlarmış.
Bebek muzu harikaydı, fazlasıyla tatlı, porsiyon olarak da çok sevimli 🙂 Ama günün en ilginç bilgisi ise kaju meyvesi oldu. Her kaju meyvesinin bir kaju tohumu oluyor. Bu tohum bildiğimiz kaju fıstığı ve bu haliyle yenmesi çok zehirliymiş. Çeşitli proseslerden geçtikten sonra bildiğimiz halini alıyormuş. Bu nedenle de pahalı olması oldukça doğal gözükmeye başladı gözüme…
Bol bol insan fotoğrafları çekip tekrar tuktuklarla düştük yollara. Şehrin içinde kısa bir tur yaptıktan sonra bir parka geldik. Önce okuldan yeni çıkmış gençlerle biraz sohbet edip, ortadaki göle doğru yöneldik. Bu gölde çeşitli boylarda su kaplumbağaları yaşıyor. Ama bir balık türü var ki, kocaman… İsmi, Paiche. Güney Amerika’nın en büyük tatlı su balığı. 2,5 metreye kadar büyüyen balıklar, 200 kg olabiliyorlar. Amazon havzasında da varmış aslında ama doğal yaşamında görmedik onları…
Döndüğümüzde her öğlen ana tekne dönüşünde olduğu gibi camu camu içeceklerimiz bizi karşılıyor girişte. Benim İstanbul’da aldığımdan çok farklı. Ya gerçekten değişik ya da baya bir şekerle birleştiriyorlar, anlamadım. Ama umrumda da değil, o sıcakta geldiğimizde soğuk soğuk çok iyi geliyor. Ve bu öğle girişlerinin en güzel ikinci güzel şeyiyse, her kamaraya girdiğimizde temizlik görevlisinin havlulardan yaptığı hayvan figürleri. Bir geldiğimizde fil, bir geldiğimizde salyangoz derken her gün ne ile karşılaşacağımızın merakıyla kamaranın kapısını açıyoruz. Ve her gün bana gülümsemek için bir an! bıraktığı için çok teşekkür ediyorum ona…
Ha bir de bugün bizim kattaki kamaraların giysi temizlik günüymüş. Odalara bıraktıkları kirli posetine istediğimiz kıyafetleri koyduk, yarın temiz temiz odalarımızda olacakmış. Doğruyu söylemek gerekirse çok iyi oldu 🙂 Her keşif sonrası çıkardığımız kıyafetler bir daha giyilebilir olmuyor çünkü…
Bu arada üç haftalık Peru macerası için tek bir lastik ayakkabı ile gittim desem! Evet evet, hem de sanırım on beş yıldır kullandığım bir ayakkabı. Deli misin sen, dediğini duyar gibiyim. Evet, olabilir 🙂 Ama çok rahat ve vurmayacağını garanti edebilirdim. Ama düşünemedim ki, alt tabanın beni terk edeceğini… Hahaha… Dedim bu tekne buna da çare bulur. Dediler bir bakalım… Ve evet, çıktığımız bir sonraki keşif sonrası ayakkabım eskisinden daha sağlam kamaramdaydı 🙂
Öğle yemeği için restaurant bölümündeyiz. Gerçekten de doğanın içinde giderken ve genellikle bir yunusun eşliğinde ya da geçen kayıklarda yaşamlara tanık olurken bir şeyler yemek çok hoş.
Öğleden sonraki dinlenmemiz bugün biraz daha kısa. Çünkü öğleden sonra çıkacağımız keşif öncesi kapalı dinlenme alanında buluşup, naturalistlerimiz bize bugüne kadar nerelere gittiğimizi, nelere tanık olduğumuzu özetleyip sorularımızı alacaklar. Klimalı alanda, rahat koltuklarımıza yayıldık onları dinliyoruz. Çok güzel hazırlanmışlar; harita üzerinden nehir teknesi ile nerelere gittiğimiz, sonra hız tekneleri ile nerelere daldığımızı anlattılar. Bu sayede gözümüzde de bulunduğumuz konumu canlandırmamız rahatladı.
Ve gün batımı ve suda gece hayvanları için hız teknelerindeyiz. En aklında kalan anlardan biri ne derseniz gün batımları derim Amazon’da. Kırmızının bu kadar güzel göründüğü bir yer hatırlamıyorum hayatımda. Gün hafif hafif kırmızıya çalınırken karşıda bir yağmur bulutu sularını bırakıyor ileride. İnanılmaz an’lar!
Gökyüzünün her rengi eşliğinde günü geceye bırakırken avlanan balıkçılar… Kurbağalar, kuşlar… derken şiddetli bir yağmur başladı. Hemen tüm vücudumuzu saracak kadar büyük yağmurluklar çıktı ortaya. Tekne şimdi tam kapasite giderken yağmur ve nehir suyunun yüzüme çarpışı… Ya gerçekten çok seviyorum, tekne, rüzgar ve hızın gücü. Bu üçü birleşince ben pek bir mutlu oluyorum oldum olası. Motor kullanırken ve skydive da da benzer hazzı yaşadığımdan bu tanıdık hisse merhaba demek yine iyi geldi.
Akşam yemeklerinde bir çin çin muhabbetimiz var. Yemeğin sonlarına doğru naturalistlerimizden biri bardağa kaşığını vurarak dikkati kendine topluyor. Ve bir sonraki günün öğlene kadar olan planından bahsediyor. Önceden tüm günü anlatmıyorlar ki merakımız sıcak kalsın 🙂 Nereye gideceğimiz, o aktivite için nasıl giyinmemiz gerektiğine kadar detaylardan bahsediliyor. Ve gün içinde yapılanlar üzerinden geçip, sorular varsa onları yanıtlıyorlar. Onun için her akşam yemekte heyecanla bir sonraki günün planını anlatmalarını bekliyoruz. Ve yarının sabah planı bir önceki günlerden biraz farklıymış. Kahvaltıyı hız teknelerinde yunuslar eşlikçiliğinde yapacağımızı söyledi. Bakalım nasıl bir deneyim olacak, meraklandım gerçekten…
Yemekler Peru’ya has tadlarda. Ve o kişniş sorunu burada da var. Ama çok tatlılar, Cenk’in sevmediğini öğrenince mutfaktan kişniş katılmamış pilavdan da getirdikleri oldu. Küçük jestler, koca gülümsemeler taşır öyle değil mi? Akşam yemekleri uzun sohbetlerle geçiyor. Masalar dörder kişilik. Ve her gün diğer iki kişi değişiyor masamızda. Bu sayede herkes herkesle iletişimde oluyor. Yaşamlar, kültürler, yeni rotalar, ülke lezzetleri derken zaman geçiyor.
Ve bu akşam Pisco Sour içmek istedim. Ama barmenimiz Edgar’a kendi içkimi kendim hazırlamak istediğimi söyleyince kendimi barın diğer tarafında buldum. Başladım shakerda hazırlamaya… O söyledi, ben yaptım 🙂
Bugün öğlen Nauta’da pazarı gezerken işte bu ekran görüntüsünü aldım google haritadan… Yaşadığım yeri göremiyorum bile… Bir! yerdeyim şu an. Yaşadığım yerde gökyüzünde güneş bile yok o anda. Ve buradi yaşam devam ederken, yaşadığım yerde de yaşam akıyor. Dauite içinde gidip gelmeler…
Ve güzel bir uykuya ufak bir katkı sağlayıp yine çok da geç olmadan yatağımızdayız. Yine inanılmaz deneyimlerle geçen bir gündü… sabah için heyecanlıyım.
Bu yazı ilgini çektiyse bunları da okumak isteyebilirsin;
Deniz aslanlarından çöle, oradan Nazca’ya şaşırtıcı bir gün!
Peru’nun gizli hazinesi: Titicaca
Gün 6- Piranalarla sen de yüzer misin?