Sabah ilk günün heyecanını mı bilemiyorum 04.30 uyanmıştık. Kamarada oturmak yerine güverteye çıktık hemen. Gün doğumu muhteşemdi. Dün geceden kalan yağmurun izleri var hala. Hafif serin ama duru bir sabah… Ve gemimiz gün doğumunda akıyor, biz de oturduğumuz yerden manzaranın tadını çıkarıyoruz, daha ne isterim!
06.30’da tüm grup toplanma alanındaydı. Gemiyle seyreden iki de hız teknesi var. Durum şöyle, her keşif çıkışında nehir gemisi belli bir yere demir atıyor ve sonrasında biz bu iki hız teknesine bölünüp geminin giremeyeceği Amazon’un derin yerlerine doğru akıyoruz. Bir ana bir yardımcı doğa bilimci var bize rehberlik eden, ‘naturalist’ diyorlar kendilerine ve birbirleri ile sürekli koordine bir halde çalışıyorlar.
Ve ilk keşif gezimiz bu tekneler ile sudan kuş gözlemi oldu. Onlarca kuş türünü bu kadar kısa aralıklarla görebilmekse harikaydı. Naturalistler sağolsunlar, ellerinde dürbün sürekli bize yeni bir tür gösterip, onlar hakkında bilgi verebilme çabasındalar…
İki saate yakın sudaydık. Ve 09.00’da kahvaltı için buluştuk restaurant bölümünde. Üç öğün açık büfe yemek var teknede. Peru’ya özgü tadlar dönüşümlü olarak önümüze geliyor. Restaurantın dışarıya bakan tarafı yere kadar cam olarak dizayn edilmiş. Seyir halindeyken hem yemek yeyip hem doğaya tanık olmak için olanağımız vardı. Derken… gri yunuslar bize merhaba zıplayışlarını yaptı. İnanılmazlar!
Bugünün ikinci keşif turuysa ormanın derinliklerine doğru… Biz yanımızda yüksek deetli sinek kovucularımızı getirmiştik zaten. Ama tekne de buna karşı tedbirliymiş. Ana girişte ve üst güverte alanlarındaki sepetlerde yeterince var. Zaten uzun kollular, pantolonlar üzerimizde, bufflar boynumuzda, örtebileceğimiz her yer örtülü. Ama kıyafetlerimize ve özellikle ayakkabılarımıza da sıkmamız gerekiyormuş, öyle sadece açıkça kalan yerlerimize sürmek yeterli değilmiş. Çünkü yürürken ayakkabılarınızdan böcek gelebilirmiş. Durum böyle olunca her ne kadar kimyasal sevmesem de sıtma, böcek sokması derken bu macerayı kısa kesmek istemediğimden ben de kurallara uydum.
Hız tekneleri ile bir süre gittikten sonra kıyıya yanaştık ve bizi orada, bulunduğumuz yerin coğrafyasına hakim iki yerli karşıladı. Naturalistlerimizle ve bu destek ekiple birlikte Amazon’un içlerine doğru yürümeye başladık. Nem hemen kendini gösterdi. On dakika geçmedi ki üzerimizdekiler sırılsıklamdı. Naturalistler ağaçlara dokunmamamızı söyledi. Bazıları fazlaca dikenli, bazıları da alerji yapabiliyormuş. Hatta bir kişinin ayağı kayınca dala tutunmuş yanlışlıkla, ertesi gün neredeyse dirseğine kadar kızarmıştı kolu.
Çeşit çeşit maymunlar her tarafta… O daldan bu dala çok keyifliler. Ama en en sevdiğim bugünden kalan, tembel hayvan oldu, saatlerce izleyebilirim. Birçok hayvan avcılarla dolu ormanın içinde hayatta kalmaya çalışıyorlarken, tembel hayvan gibi bazı türlerse ormanın tehlikelerine aldırış etmeden yaşayan inanılmaz varlıklar. Günlerinin çoğunu ağaç dallarında uyuklayarak geçiriyorlar. Kürklerinin yeşile çalan tonları bitki örtüsü içinde kamuflajlarını kolaylaştırıyor. Yapraklarla beslenip güneşleniyorlar. Sıcağı gördüklerinde göbeklerini gösterirken, bulutlar geldiğinde vücut ısılarını korumak için özel bir pozisyon alıyorlar. Yavaş hareket etmelerinin sebebi de, beslenme şekilleri yavaş bir metabolizma yaratmasından kaynaklı… Bu kadar durağan bir hayvanın dalda hareketini izlemek ve fotojenik haliyle her açıdan kendini göstermesini tanıklık etmek o kadar keyifli ki…
Doğa inanılmaz. Onlarca çeşit ağaç tipi aynı bölgede birbirine zarar vermeden yaşayabiliyor. Doğanın altı ayda bir yaşadığı büyük değişime ayak uydurabilmişler. Suyun alçalıp yükselmesinden dolayı köklerini şartlarını uygun şekilde değiştirmişler. Geniş ve kalınlaşan kökleri ile toprağa tutunumlarını arttırabiliyorlar.
Ormanın içi çeşit çeşit mantara, böcek türüne da ev sahibi… Yürüyüş sırasında onlarcası gözümüze çarparken acaba kaçı da yanımızdan akıp gidiyor da farkında değiliz… Bu arada lastik ayakkabı ile çıkmıştım bugün yürüyüşe. Toprağın nemli yapısından dolayı çok kayıyor, bir dahaki çıkışlarımda çizmeye geçeceğim. Ha bu arada ana teknede neredeyse her boy çizme var, bunu bilerek geldiğimden kendi çizmelerimi getirmemiştim. 15.000 km çizme taşıyacağıma ben herkesin giydiği çizmeyi giyerim walla, hiç de umrum olmaz 🙂
Naturalistimiz bir termit yuvası gösterip “isteyenler bu karıncaları yiyebilir” dedi. Yemesem aklım kalırdı, yedim tabii… Cenk ve birkaç kişi yanımdan yavaş yavaş uzaklaştılar 🙂 Sen dener miydin?
Yürürken gruptan biraz ayrı düştük ve bir sessizlik oldu ormanın içinde. Cenk’le diyalogumuz şöyleydi;
BA: Su nere tarafta biliyor musun?
CK: Bilmiyorum.
BA: Şu anda burada tek başına kaldığımızı düşün ne yapardık?
CK: Zorlanırdık herhalde.
BA: Ben şurada oturur, maymunlar beni sevsin, evlat edinsin diye beklerdim.
Şaka bir yana, gerçekten doğanın güzelliği başka bir konu. Ama doğanın içindeki kum tanesi kadar değeriniz olduğunu fark ettiğinizdeki ruh haliniz bambaşka oluyor. Aslında o kadar güçsüz varlıklarız ki. Her bi’ b… biliyoruz diye geçinen insan türü, konu doğanın gerçekleri olunca aciz kalıyor. Olabildiğince! güvenli bir alanda şu an yürüyor olsam da, bunu fark edebilmem kendi adıma inanılmaz bir deneyim. Ben maymun beni evlat edinsin diye durumu normalleştirmeye çalışırken, ağaçların arasında belki de bir jaguar beni gözetliyordu ve av için zayıf bulup çekip gitti. Bilemiyorum ve bilemeyeceğim de. Ama değer yargılarımda ‘ego’ kavramını içimde irdelemem için bir fırsat…
Sonra naturalistlerden biri elindeki keser ile hemen yanımızdan bir dal kesip koklamam için uzattı. Buram buram sarımsak kokusu… Buradaki halk sarımsak yerine bunu kullanıyorlarmış. Akabinde kestiği başka bir dalı ise romla karışıtırıp bir hafta bekletiyorlarmış ve o karışım artrite iyi geliyormuş.
Göle doğru yürürken önümden sıra sıra geçiş yapan yaprak kesici karıncaları gördüm. Belgesellerde gördüğüm bu karıncalar dokunma mesafemdeydi. Bilmediğim özellikleri varmış; yuvalarına taşıdıkları bu yaprakları yiyecek olarak değil de mantar tarımı yapmak için kullanıyorlarmış. Evet evet yanlış duymadın, karıncalar ve mantarlar arasında karışıklı yarar ilişkisi var. Kestikleri yapraklar mantarların gelişimi için bir kaynak oluyor, mantarlar da karıncaların koruma ve desteğinden faydalanır.
Ve nilüfer gölündeyiz. Bu göle ıslak sezonda hız tekneleri ile direkt gelebilecekken biz neredeyse bir saatte buraya gelebildik. Bu haliyle bile güzelken, ıslak sezonda yapraklar üç katı büyüklüğe varabiliyormuş.
Başka bir yerde gördüğümüz karıncalara naturalistimiz “bunlara sakın dokunmayın” diye uyarıyor. “Eğer biri sizi ısırırsa 24 saat ateş ve ağrı çekebilirsiniz” diyor. Cenk de muzırlığından “E peki 5 tanesi ısırırsa ne olur?” sorusunun yanıtı ise çok netti, “Ölürsünüz!”
Başka bir göl kenarındayız. Bizim Yedigöller gibi yemyeşil bir bitki tabakası var üzerinde. Yeşilin tonları içinde dev bir mavi kelebekse manzaramın eşlikçisi…
Hız teknemize doğru ilerlerken buzlukta bekletilmiş ıslak havlularla teknenin kaptanı yaklaşıyor. Hani eskiden uçaklarda, bazı restaurantlarda ıslak havlu verirlerdi ya, onların soğuk versiyonları… Kimimiz boynumuza, kimimiz başımıza yerleştiriyoruz. Kendi adıma komikti ama yalan yok iyi geldi. Çünkü çok sıcak ve çok ıslağız!
Sabahımız yoğun ve şaşırtıcıydı. Öğle yemeği sonrası üst güvertede siesta… Nehirde tekne ile ilerlerken geçen yerel kayıklarla selamlaşmalar, biraz sohbet derken uyuyakalmışım… Bu arada internet yok, bu nedenle kimsenin gözü telefonlarda değil, mucize gibi 🙂
Akşam üstü yerel bir komüniteyiz. İnişte tatlı bir kız beni karşılıyor kocaman bir gülümsemesi ile. Ben de çantamdan çıkardığım şekerden veriyorum o ve kardeşine. Ondan sonra o kız çocuğu peşimi bırakmıyor orada olduğumuz süre boyunca. Dillerimiz ortak olmasa da ‘sevgi’ denen o dil yine çözüm oluyor ikimize de…
Muz ağaçları bahçeleri zaten. Naturalistimiz bodur bir bitkiden yaprak koparıyor. Limon otuymuş meğer… Sabah sarımsak, şimdi limon, bu işin devamı nereye varacak meraktayım.
Bu kasabanın bir özelliği kelebek ve arı üretimi yapmaları. Bu konuda hükümetten de destek alıyorlarmış. Ürettikleri hayvanların %50’sini doğaya, %50’sini ithal ediyorlarmış, düğün derneklerde uçurmak için talep varmış kelebeklere. Bu ikinci %50’lik kısım beni rahatsız etse de, belki de bu modern dünyada en azından %50’lik kısım ekosistem içinde kalabildiği için mutlu olmalıyım, bilemedim
Bu komünitelerde hep kendi yaptıkları hediyelikleri sattıkları bir yer oluyor. Ve doğal bitki saplarından yaptıkları hayvan figürlü objeler her yerde. Bunları nasıl renklerdiklerini uygulamalı olarak gösterdiler; yeşili ottan, kırmızıyı meyveden, sarıyı baharattan… Döverek ya da su da bekleterek doğal boyayı elde ediyorlar. Bize bunları anlatan yaşlı kadın ve yanında genç bir kızdı. Sonra kendilerini anlattığında öğrendim ki, yaşlı dediğim 60 yaşındaymış sadece 9 çocuğu varmış. Yanındaki genç kız ise yirmilerinin başında 3 çocuklu bir anneymiş. Kadınlar bu bölgede fazla gebelik yaşıyorlar, yaşam şartları yorucu ve yaşlarının çok üzerinde gösteriyorlar.
Cenk’e birşey söyleyeceğim Cenk yok etrafta. Bir baktım Cenk çocuklarla futbol oynuyor. Bir çocukla paslaşarak başlamış her şey, sonra bir diğeri, sonra bir diğeri katılmış… Benim onları fark ettiğim sırada vakit olsa takım kuracaklar… Sonrasında konuştuğumuzda “Orada oturup hediyeliklerini pazarlamalarını dinlemekten daha değerliydi çocuklarla geçirdiğim zaman” dedi. O kadar haklıydı ki! O anlarda ne hissetti bilemiyorum ama anlatırken sesi yavaşlıyor, gözleri çok naif bir yerden bakıyordu.
Tekneye doğru yürürken naturalistimiz elinde tüylü bir örümcekle geliyor. Cenk tutabilir miyim derdindeyken, bugün için sadece bakmakla yetiniyor.
Bu köyden ayrılırken gün yavaş yavaş batıyordu ve harika bir manzara bize eşlik ediyorken onlarca çocuk hız teknelerine giderken bize eşlik etti. Meğer el sallamaktan başka amaçları olanlar da varmış. Bazıları bizimle birlikte tekneye binip, uç kısmından takla atarak Amazon’a atlıyorlardı. Mutlu suratlar görmek bana hep iyi geliyor…
Güne erken başlangıç, sıcak, nem, yorgunluk, doğanın öğreticiliği derken bedenen ve zihnen çok yorgunum. Yemek sonrası biraz sohbet ve erken yatakla buluşma çok hoş geliyor kulağıma.
Bugün karadan, denizden yaşamlarına tanık olduğumuz hayvanlar, bitkiler ve insanlar… O kadar yoğun duygu değişimlerinden geçtim ki bugün. Ormandan yürürken yanından geçip gittiğimiz şeyler diyoruz bizim için sadece! bir ağaç, sadece! bir dal, sadece bir! karınca iken, aslında her birinin senin için bir avcı, bir alerjen ya da bir ilaç olabileceğinden habersiziz. Doğanın bu inanılmaz gücüne tanık olmak beni büyütüyor.
Bu yazı ilgini çektiyse bunları da okumak isteyebilirsin;
Deniz aslanlarından çöle, oradan Nazca’ya şaşırtıcı bir gün!
Peru’nun gizli hazinesi: Titicaca
Gün 6- Piranalarla sen de yüzer misin?